Düşülke Milli Eğitim Bakanı olarak ilk beyanatımı yapıyorum.
Bilgi diye kabul ettiklerimizin birçoğu bir yorumdan ibarettir aslında. Ancak yorumumuza o kadar sıkı bağlanır ve sabitleriz ki o artık yorum olmaktan çıkar ve herkes için geçerli bir sabite dönüşür. Bir süre ve bir zemin o geçerlilik işe yarar ama daha çok ayak bağı olur aslında. Çükü insanın, sanıldığının aksine, evrensel bir takım gerçeklere ulaşması esasında oldukça zordur. Dolayısıyla bir kere gerçeğin rengine bulanan bu "bilgi"yi sistemlerimiz her kriz ürettiğinde, belki daha büyük bir maliyetle ayıklamaya uğraşırız. Bu tür sorunlardan kaçınabilmek için eğitim "bilgi" kazandırmaktan çok bilgiye hazırlanmış zihinler geliştirmek amacıyla icra edilmelidir. Hem bu sayede ideolojik olarak her dönem bir başka egemenin iktidar alanına dönüştürülen zihinler yerine, kendi ihtiyaçları, toplumsal ihtiyaçlar ve insanlığın ihtiyaçları ile oluşmuş bir labirentde kendi yolunu bulabilen insanlar yetiştirmek mümkün olabilecektir. Hasılı eğitimin ideolojik bir tezahür alanı olmaktan kurtarılabilmesi için çocuğa şimdi olduğu gibi fazla bilgi vermek yerine istediğinde bilgi almak için kullanabileceği bilgi kanalları açmak daha uygun olacaktır. Bu ise Düşülke eğitim sisteminin ilk 5 yıllık döneminde olabildiğince çok algı ve ifade türü için okur yazarlık eğitimi vermeyle sağlanacaktır. Ayrıca yine aynı nedenlerle eğitim sisteminin tamamının aslında okur yazarlık eğitiminden ibaret olduğunu belirtmek gerekir. İlk 5 yılda bireysel algı kaynaklarıyla bağ kurulabilmesi için "bireysel okur yazarlık"a yoğunlaşılır. İkinci 5 yılda toplum ile bireyin bağının kurulabilmesi için "toplumsal okur yazarlık" hedeflenir. Üçüncü 5 yılda ise "dünya okur yazarlığı" kazandırılarak bireyin tüm insanlıktan beslenmesi ve tüm insanlığı besleyecek ürünler verebilmesinin imkanları sağlanmaya çalışılır.
Bu doğrultuda Düşülke'de çocukların hayata 1+5+5+5+ sistemiyle hazırlanacaklarını söyleyebilirim. Sondaki +'nın fazla kaçtığını düşünebilirsiniz ama değil. O + vatandaşlar istedikleri müddetçe, ihtiyaç duyduklarınca devam edecek bir eğitim hayatını ifade ediyor. Buna halihazırda var olan bir kavramla karşılık bulalım: "Hayat Boyu Eğitim".'Dünya Okur Yazarlığı' eğitimini tamamlayan her genç, kendi istekleri, ailesinin de fikirleri ve tabii bir danışmanın tavsiyeleri eşliğinde kalan eğitim hayatına istediği şekilde kendisi devam edebilecek. Bu son eğitim dönemi hayat boyu devam edeceğinden içeriğinde birçok farklı alandan eğitimler bulunacak ancak temelinde mesleki eğitim yer alacak. Bu sayede mesleki hayatına bir şekilde başlamış herhangi bir vatandaş da ilerleyen zamanlarda gördüğü bi takım fırsatları, beliren yeni toplumsal ihtiyaçları değerlendirip çalışma hayatına yeni yönler kazandırabilecek. Bu, dinamik bir işgücü piyasasına kavuşan ülkenin de faydasına olacak bir uygulamadır. Hem bir sebeple verim alamadığı, mutlu hissedemediği işlerde takılıp kalan insanlar için bir umut, yeni bir başlangıç anlamına geleceğinden vatandaşların daha mutlu bir hayat yaşamalarına katkı sağlayacaktır. Hem de o çok kıymetli insan emeğinden zoraki, hapsolmuş bir ruh verimsizliğiyle faydalanmak yerine neşeyle, mutlulukla, verimlilikle, her daim tazelikle faydalanılacağından insanlık için de büyük katkılar sağlayacaktır. Adı üstünde hayat boyu eğitim, insanın hayatının herhangi bir döneminde merak edeceği, kendisine katmak isteyeceği herhangi bir alana dair bilgi sağlayacaktır: Yeni bir yabancı dil eğitimi; 10 parmak klavye, ofis programları, sunum teknikleri gibi iş hayatına yönelik pratik eğitimler; nota, enstrüman, ritim gibi müzikal eğitimler; çizim, boyama, video kurgusu, fotoğrafçılık, resim gibi görsel sanatlara yönelik eğitimler; bitki, hayvan, insan yetiştirmeye dair eğitimler; mutfak, giyim, koku, kişisel bakım alanlarına dair eğitimler vs. Şimdi denilebilir ki bu zaten Halk eğitim Merkezleri ile zaten verilen eğitimlerdir. Öncelikle Halk Eğitimlerde Merkezlerinde bu eğitimler biraz rastgele yürür. Hoca, eğitim materyalleri, ortam genel de pek parlak değildir ve her zaman hepsi bir arada bulunamayabilir. Ayrıca bu eğitimler genelde her merkezde bir kaç taneden fazla ve çok sınırlı alanlar haricinde açılmaz. Üstelik bütün bu sınırlılıklardan dolayı Halk Eğitim Merkezleri eğitimleri yeterince ciddiye de alınmaz. Oysa Hayat Boyu Eğitim ile benim kastettiğim Lise muadili "Dünya Okur Yazarlığı" eğitiminden hemen sonra, sınavsız, her vatandaşın sistem tarafından kendiliğinden kaydedileceği ve Üniversite'nin muadili olacak bir eğitim kurumudur. Evet, büyük bir turp çıktı torbadan: Üniversite'ye ne olacak peki? Buraya bir mim koyup bence en başına dönelim: 1 nedir?
Halihazırdaki sistem ile bir çok benzerlik görecek olsanız da önce şunu bir yerleştirelim zemine ki fark anlaşılsın: Bugünün eğitim sistemi kimi zaman parça parça kendini güncellemiş görünse de (çoklu zeka sistemi, öğrenci odaklılık vs.) bütünlüklü bir Felsefi temelden yoksundur. Maalesef tüm dünyada bitişe doğru seğirten bir üniversite kurumu hala varlığını koruyor, dolayısıyla bilgi üretimi ile bilgi öğretimi aynı kurumlar içinde değerlendiriliyor. Sonra eğitim o kadar ideolojik ki amaç insana bir şey kazandırmak, yani eklemek değildir; onu yontmak, yani eksiltmektir. Ayrıca yüzyıllık, bin yıllık ezberler vaazeden dini ve / veya seküler zeminler bugünün, geleceğin zihinlerini ikna edemeyeceklerdir. Teknik altyapı yetersizdir, okullarda yeterince müzik aleti, bedensel faaliyet alanı bulunmamakta; koku eğitimi, tat sınıfı gibi altyapılar hiç hayal dahi edilememektedir. Yani hasılı, benim önerdiğim sistemle bugünün ve geçmişin herhangi bir sisteminde bir takım benzerlikle görüyor olmanız, emin olun sadece yüzeyseldir. Bir dönem moda olan tabirle "zihniyet farklı, anlayış farklı", uygulama farklı... herşey farklı.
"1"de bugünün anasınıfından farklı işte. Bi kere bugünün anasınıfında aslında anne babayı çocuğun yükümlülüklerinden kurtarma temel motivdir. Çünkü o yaşta henüz hala bakıma, gözetime muhtaç çocuk anne babaya tabiri caizse ayak bağı olarak görülür. Anasınıfları çalışan anne babaları daha rahat işe sürmek için bir imkandır. Oysa bence çocuğun eğitiminin bu dönemi iddia dan ibaret kalmadan gerçekten "okula hazırlık" olarak değerlendirilmelidir. Çocuk anneden babadan ayrı hayatının en büyük adımlarından birini atmak üzeredir. Bu adımları atarken şu an tüm eğitim kurumlarında çığlık çığlığa bağıran bir tuvalet eğitimi eksikliği, temizlik eğitimi eksikliği, neden okulda bulunduğuna dair bir bilinç eksikliği gibi ihtiyaçları giderilmezse çocuıkların sonraki dönemlerde eğitim başarısı inanılmaz düşecektir; özetle eğitilemez insanlara, sadece kendilerine, birbirlerine, çevrelerine zarar vermesinler diye gözaltında tutulması gereken vahşilere dönüşmüş olacaklardır. Bu yüzden anasınıfını kreş gibi düşünmemek gerekir; o da eğitimin son derece elzem bir dönemidir. Bu dönemde çocuk okulun, arkadaşlığın, öğretmenin, eğitimin, toplumsal hayatın diğer bazı temel kurallarının eğitimini almalıdır. Daha somutlaştırmak gerekirse mesela Japonyadaki gibi çocuk kendi gücünce okulunu, sınıfını temizlemelidir. Kısa ders saatlerinden başlayarak eğlence ve sorumluluk farkını içselleştirmelidir. Hasılı kelam yazılı eğitim henüz başlamamış olsa da çocuğun toplumsal hayata ilk ve büyük adımını destekleyecek uygulamalarla doğrudan ve dolaylı eğitimle olumlu buluşması sağlanmalıdır.
Gelelim ilk 5 yıllık Okur Yazarlık Eğitimine. Bu seviyedeki bir öğrenci için öncelikle Türkçe eğitiminden bahsetmek gerekir. Günümüzde maalesef Türkçe okur yazarlık çocuğu bir yarış atı gibi koşturarak verilmektedir. Öğretmenler arasında çocukları bir an önce okuma yazmaya başlatma rekabeti vardır. Korkunç bir hata. Bu hata nedeniyle teknik olarak okur yazar ama ruhen okumaz yazmaz insanlar yetiştiren bir eğitim sistemi söz konusudur. Oysa ki öğretmenin Istanbul ağzına uygun diksiyonuyla, kullandığı kelimelerle, ses tonu, vurgulama gibi yönleriyle de önce Türkçe konuşmanın keyfini hissettirmesi gerekir öğrenciye. Bu belki şimdi de hedeflenmektedir ancak ulaşılamamaktadır. Bunu sağlamak için o halde Türkçe okur yazarlığa geçmeden önce özenle seçilmiş eserleri sesli okuyarak, çocukların ilgisini çeken kelimeleri yazarak, anlamını öğretip çocuğun da kelimeyi kullanacağı konularda konuşturarak öğretmen Türkçe konuşmanın, okumanın, yazmanın merakını, hevesini, keyfini aşılamalıdır önce. Okumanın yazmanın tekniği bu silsilenin en son ve belki en önemsiz parçasıdır. Çocuğun ruhu okuyup yazmak istedikten sonra harfleri tanımak ve çizebilmek artık sadece bir pratik meselesi olur. Bu arada Istanbul ağzının temel olması yerel ağızların, lehçelerin hatta dillerin reddedilmesi anlamına gelmemelidir. Bu ilk 5 yıllık dönemde bir veya bir kaç dönem bi kaç saatliğine de olsa yörenin dil özelliklerinin en kesif örneklerini verebilecek yörelilerle öğrenciler buluşturulmalıdır. Böylece yörenin dil yapısı korunduğu gibi, Istanbul ağzını kullanmanın yörenin reddi gibi algılanmasının ve Istanbul ağzının kullanımına bir reddiye geliştirilmesinin de önüne geçilmiş olunur.
Bilgi kaynaklarının alfabelerini, algı kaynaklarının en temel bilgi araçlarını 'okuyup' 'yazabilme' ile dolu dolu geçecek bu ilk 5 yıllık dönemin bir diğer önemli başlığı ise sayısal okur yazarlıktır. Ancak bu matematiksel işlemlerle şişirilmiş bir müfredat olarak -şu an olduğu gibi- yorumlanmamalıdır. Hatta işlem namına 4 işlemle veya en fazla üs, kök, eksi vb gibi temel kavramlarla sınırlı kalan bir müfredat olmalıdır. Çünkü tıpkı dilde olduğu gibi yine amaç hesap makinalarının zaten yapabildiği işlemleri çocuğa ezberletmek değildir, onu sayısal olarak okuyup yazabilmeyi sevebilecek hale getirmektir. Çocuk sayıları "ürkütücü bir şekil yığını" hapisanesine tıkmadan önce ne kadar kullanışlı, faydalı olduğuna ikna etmek gerekir. Bu ise bir an önce rakam, sayı, çarpım tablosu ezberletmekten geçmiyor. Sayılarla oynamaktan, haşır neşir olmaktan, onlarsız hayatın nasıl zor olacağını göstermekten, yaşatmaktan geçiyor. Yani bilgi vermeden önce o bilgiyi kabul edecek zihni hazırlamak gerekir. Bu tıpkı Türkçe okur yazarlık eğitiminde olduğu gibi son derece elzem bir hazırlıktır. Çünkü bu sayede sırf sayılardan kortuğu, korkutulduğu için aslında orta hatta düşük seviyeli sayısal beceri isteyen Tıp, hemşirelik, ilköğretim Matematik öğretmenliği vs. alanlarda çok başarılı olabilecekken mecburen sözel bölümlere yönelmek zorunda kalan değerlerimizin de layık oldukları yeri bulmaları sağlanabilir. Hasılı kelam sayı bilmek başka sayabilmek başka şeylerdir. Çocukların sadece sayı bilmeleriyle yetinmemek gerekir.
Şu ana kadar iki kere vurgulanmış olan bir gerçeği adıyla sanıyla sabitleyelim artık: Okur yazarlık eğitiminde genel olarak bilgi vermekten çok bilgi alacak bir zihin hazırlamak gerektiği düşüncesindeyim. Bu durumda çocuğun bilgi üretebilmesi yani yazabilmesi ancak ilgili alanda algı kanallarının açık olmasıyla yani okumasıyla mümkündür. Okumak ve yazmak ise sadece teknikten ibaret değildir, istek, irade de gerekir. Dolayısıyla tekrar: Okumayı bilmek okuyabilmeyi, yazmayı bilmek yazabilmeyi, saymayı bilmek sayabilmeyi sağlayamıyor maalesef.
Bu aşamada çocuğa kazandırılması gereken bir diğer okur yazarlık ise şekil okur yazarlığıdır. Bugüne kadar daha çok resim dersinin konusu olarak ele alınsa da renk ve şekil okur yazarlıklarının ayrı başlıklar altında ele alınması zaruridir. Çünkü bu ikisini bir birine kenetlemek ikisinin de ayrı yerlerde kullanılması gerektiğinde insan zihnini sınırlayabilir. Şekil okur yazarlığı örneğin endüstriyel tasarım için elzem iken aynı alanda renk okur yazarlığı aynı öneme sahip olmayabilir. Ayrıca renkleri ayrı, şekilleri ayrı bir halde diğer alanlardan bilgilerle, örneğin sayılarla, hakkıyla biraraya getirebilmek için bu ayrımın gereğince eğitim verilmelidir. Hem insan zihninin farklı kısımlarını tetikleyen bu çerçeveler bu farkları görmezden gelinerek değil olabildiğince vurgulanarak işlenmelidir.
Aynı ayrım melodik ve ritmik ses arasında da sözkonusudur. Hatta daha ötesinde ritim hissinin sayabilmeyle olan yoğun ilgisi onu melodiyle olan bağından daha fazla dahi sayısal bilgiyle bağlantılı hale getirir. Melodi eğitimi açısında ise her öğrencinin bu ilk 5 yıllık eğitimi nota ve gam düzenini bilmeden bitirmemesi gerektiği söylenebilir. Hatta en az bir enstrüman çalmayı da öğrenmesi zaruridir. Bütün bu yoğunluklar gözde büyüyebilir ama sürenin 5 yıl oluşu ve çocuğun ilgisine göre seçim yapabilmesinin sağlanması öğrenimi kesinleştiren etkenler olacaktır.
Bir diğer okur yazarlık ise güncel olarak beden eğitimi başlığına tıkıştırılmış eğitimin hakkıyla verilmesi üzerine olacaktır. Bu okur yazarlık öncelikle öğrencinin kendi bedenini kinetik bağlamda tanımasını hedeflemektedir. bir spor dalını öğrenmekten önce öğrencinin kendi bedeninin sınırlarını, imkanlarını keşfettirecek hareketlerle kendi bedenini "okuması" sağlanacaktır. Böyle bir sürecin ardından örneğin judo öğrenen bir öğrencinin bu sporla ne ölçüde ilişki kuracağını kestirmesi daha mümkün hale gelir. Meşhur tek kollu judo öğrencisi hikayesi belki kendini tanıyan bir öğrenci hakkında değildir ama öğrencisini tanıyan bir öğretmen hakkındadır. Dolayısıyla bir başka açıdan bahsettiğim gerekliliği açıklayan iyi bir örnektir. Kendi bedenini iyi tanıyan bir öğrenci bedeninde hissettiği eksiklikleri ve güçlü yönleri üzerine çalışabilir yani kendi bedeninin "yazarı" olabilir. Giderek bu okur yazarlık öğrenciyi hem hayatının herhangi bir anında karşılaşacağı bedensel meydan okumalar karşısında hazırlıklı hale getirir hem de zindelik, keyif vs için meşgul olacağı spor dalını doğru tespit etmesini sağlayabilir. Bu 5 yıllık dönemin sonunda öğrencinin en az bir spor dalında lisanslı sporcu olması hedeflenmektedir.
İşaret dili eğitimi ise aslında sadece işitme ve konuşma engellilerin toplumsal hayata daha çok katılmasını sağlayacak bir eğitim gibi görünse de bu engelleri olmayan insanlar için de oldukça kullanışlı bir başka okur yazarlık sağlayacaktır. Konuşma fiili, boğaz ve ağız ile havanın yönlendirilmesiyle çıkan sesler sayesinde mümkün olur. Bir an için sesi gözardı edersek dilin hareketlerinin yerini elin hareketlerinin alması aslında oldukça doğal gelecektir. Eller ile "konuşma"ya çalışmak o kadar doğaldır ki bu tür beden hareketlerinin bir ismi dahi vardır: jestler. İletişim için elleri kullanmak madem bu kadar doğal ve olağan o halde neden herkes sistemli bir şekilde bu imkandan faydalanamasın? Böylece hem sesle iletişim kurmanın imkansız olduğu durumlarda hala bir iletişim imkanına sahip olunur hem de yoğun ve hızlı bir iletişim gerektiren durumlarda sesli iletişimin yükü işaret diliyle paylaştırılabilir. İşaret dilinin bütün toplum tarafından kullanılabiliyor olması ayrıca en azından bir gurup engelliyi de olsa toplumsal hayatla çok daha sıkı bir şekilde bağ kurabilir hale getirecektir. Hatta toplumsal hayatın her kısmında iletişim kurabiliyor olduktan sonra bu insanlar artık engelli dahi olmaktan kurtulmuş olmazlar mı? Bu dolu dolu faydaları nedeniyle bireysel okur yazarlık döneminin vazgeçilmez eğitimlerinden biri de işaret dili eğitimi olmalıdır.
Buraya kadar bölük pörçük de olsa halihazırda var olan eğitimlerden bahsetmiş olduk. Ancak tat, koku ve doku okur yazarlığı gibi şu an mevcut olmayan bir grup eğitim daha var ki onlar sayesinde Düşülke'nin eğitim sistemi Türkiye'nin ve hatta diğer tüm ülkelerin eğitim sistemlerine büyük fark atmaktadır. Bu eğitimler sayesinde hem Düşülke insanları yaşadıkları hayatla olan bağlarını ve tatmin düzeylerini oldukça yükseltirlerken, yaşadıkları topluma ve insanlığın şahit oldukları kısmına katkılarını da azami düzeye çıkarabilme imkanına kavuşurlar. Ses ve görüntü gibi varoluştan nispeten izole bilgi imkanları belki göreceli olarak daha avantajlı gibi görünebilir. Ancak tat, koku ve doku yoluyla elde edilen bilgiler varlıkla doğrudan temas halinde olmayı gerektirdiklerinden ve dolayısıyla ses ve görüntüye göre bünye üzerinde daha yoğun etki bırakma imkanına sahip olduklarından oldukça önemlidirler. Üstelik beslenme gibi kaçınılmaz insani ihtiyaçlarla olan ilişkileri nedeniyle onlar kimi zaman daha elzem bilgiler halini alırlar: Hatırlayalım ki bir salgın hastalık zamanında dokunma yoluyla bulaşılan "bilgiler" ölümcül dahi olabilmektedir. Bu gibi nedenlerle tat, koku ve doku okur yazarlığı eğitimleri de bireysel okur yazarlık döneminde alınması gereken ancak bugüne kadar kendilerine hiç yer bulamamış eğitimlerdir.
Buraya kadar bahsi geçen eğitimler bugünün ihtiyacı olan eğitimlerdi. Bir de geleceğin bir ihtiyacını karşılayacak bir eğitim var ki, halihazırdaki epistemolojik sığlık nedeniyle böyle bir eğitimden bahsetmek oldukça cesaret gerektiriyor. Ancak neyse ki Düşülke'de yaşayan insanlar bu sığlıkta sahil gezisi yapabildiklerinden 6. his okur yazarlığından da mahrum kalmazlar. Bu eğitimin şu an için yerleşmiş bir müfredatı yok belki. Ancak zamanla epistemolojik metodolojisinden, eğitim metodolojisine kadar eksikleri giderildikçe bu son derece elzem bilgi aktı da aktif kullanılır hale gelecektir. Başlangıç için bu eğitim kapsamında bu tür hazır bulunuşlukları normalleştiren rehberlikler, çeşitli yetenek keşfi uygulamaları -tahmin oyunları gibi- yapılması yerinde olacaktır. Burada özellikle vurgulanması gereken şudur: Bu tür yetenekler aslında farklı alanlarda da olsa hemen herkeste bulunmaktadır, bulunabilir. Bu gerçeğin farkında olmak çocuğun bireysel sınırlarını daha dolu dolu keşfetmesini ve sahip olduğu yeteneklerinin okur yazarı olmasını kolaylaştıracaktır. Bu hususa dair metafizik ve epistemolojik temel başka yazılarımda yer alacaktır (muhtemelen "deneye karşı deneyim", "yeni bir metafizik ve fizik için metodlojiye giriş" gibi başlıklarla). Yine bu dönemde en önemli insani sabitlerden olan dinin temel kavramları üzerinden okur yazarlık eğitiminin konusu olması elzemdir. Ancak bu eğitimi bir "dindarlık eğitimi" olarak değilde dinin Tanrı, peygamber, öte dünya, hesap günü, kutsal kitap gibi temelleri hakkında çok temel bilgilerden yola çıkarak düşünmenin sağlanması odaklı düşünmek gerekir. Bu aşamada öğrencilerin henüz yeterince gelişmemiş zihinlerine yoğun dindarlık eğitiminin yüklenmesi hayatlarının ileriki dönemlerinde ideolojilerin ve menfaatperestliğin din olarak kabul ettirilmesinin kolaylaşmasına neden olabilir. Bu yüzden öncelikle din kavramının yerleşmesi önemlidir.
İlk 5 yılı bireysel bilgi edinme süreçlerine dair temel "alfabe"leri öğrenerek dolu dolu geçiren öğrenciler ikinci 5 yıllık dönemde, yani "toplumsal okur yazarlık" eğitimi döneminde artık öğrendikleri okuma ve yazma teknik bilgilerini kullanarak bireysel sınırlarınının toplumsal sınırla olan ilişkisini keşfedeceklerdir. Bu ise o güne kadar bireysel olarak okuduklarını ve yazdıklarını artık bir toplulukla birlikte okuyup yazıp, bir topluluğa sunmayı ve topluluğun ürettiklerine bireysel olarak katılabilmeyi öğrenecekleri anlamına gelir. Bu çerçevede örneğin melodi ve ritim okur yazarı öğrenciler bu kaabiliyetlerini bir grup arkadaşlarıyla nasıl biraraya getirip bir koroya, müzik grubuna, orkestraya vs dönüşebileceklerini ve bir grup olarak, konser, sunum, etkinlik, yarışma vs ile topluluk önüne çıkabileceklerini ve bu etkinliklerin iyi birer izleyicisi olmayı öğreneceklerdir. Aynı şekilde bireysel olarak beden sınırlarını bilen ve an az bir spor dalı seçen öğrenciler bu yeni dönemde bu sporun takımını oluşturmayı, müsabakalarına katılmayı ve bu sporun iyi bir izleyicisi olmayı uygulamalarıyla öğreneceklerdir. Bilgi kanalları açısından grup davranışlarına yönelten bu dönemde ayrıca yakın çevreye ve toplumsal hayata daha iyi bir katılım için gereken temel bilgiler de kazandırılacaktır: Temel vatandaşlık bilgileri; sağlık, adalet, eğitim, kültür vs. kurumlarından nasıl faydalanılacağına dair temel bilgiler öğrenciye öğretilecektir. Ayrıca toplumsal hayatın dönem dönem belirip kaybolan ihtiyaçları doğrultusunda Düşülke vatandaşlarının konjonktüre hazırlanmaları için, mesela trafik kültürünün oluşması için Trafik eğitiminin ya da sosyal medya eğitminin veya giderek artan yaşlı nüfusla birlikte yaşamaya dair temel bilgilerin kazandırıldığı "Yaşlılık Eğitimi" gibi bir eğitimin verilmesi gündeme gelebilecekir. Bu dönemde ayrıca dini bilgilerin, bireysel ve toplumsal dini uygulamaların bilgilerinin kazandırılması uygun olacakatır. Her inanç sistemince doğru oluşturulmuş paketler sayesinde okulların genelinde bir müfredat birliği de sağlanmış olur.
İçinde yaşadığı toplumla bağını kurup sağlamlaştırdıktan sonra öğrenci artık daha büyük bir toplumla yaşadığının farkına varacak ve oradaki yerini bulmasına yardım edecek eğitimlere geçebilir: "Dünya okur yazarlığı". Bu son 5 yıllık dönemde öğrencinin artık insanlığın tüm birikimiyle bağ kurması amaçlanır. Bilim, sanat, din, Felsefe ve dil eğitimleri bu dönemin konuları olacaktır. Hayat Boyu Eğitim dönemindeki mesleki eğitimine de temel teşkil edeceğinden Fen, Matematik, Sosyal Bilimler, Dil Bilimleri gibi başlıklardan birinde 2 yıl yoğunlaştırılmış eğitim verilmesi yerinde olacaktır. Hayat Boyu Eğitim'in ilerleyen dönemlerinde başka alanlara geçmek isteyen vatandaşlar için sonradan bir 2 yıllık eğitim daha ekleme imkanı sağlanacaktır. Böylece örneğin Fen alanında başlayan kişisel ve mesleki gelişim sonradan mesela sanat alanına kaydırılabilecektir. Bunun yanında bu 2 yıllık eğitim hangi alan için seçilirse seçilsin tüm dünyanın Felsefe, Sanat, Bilim, Din Tarihi de öğretilerek "Dünya okur yazarlığı" perçinlenecektir. Ayrıca bu dönemde her öğrenci biri ileri derecede olmak üzere 2 dil öğrenmeye yöneltilecektir. Bu diller insanlığın büyük kültür, demografi, tarih ve coğrafya adaları halini almış milletlerin dilleri arasından öğrenci tarafından seçilebilecektir. Türkiye örneğine dönersek, yoğun ilişki kurulmuş dillerin kendiliğinden öne çıkarak seçim için sufle vereceklerini görmek zor olmayacaktır: Roma Uygarlığının dili olması; günümüzde tıp ve hukuk gibi alanlarda hala yoğun bir şekilde kullanılıyor olması; tüm Batı dillerinin kökeni olması ve dolayısıyla sonradan onların öğrenilmesini kolaylaştıracak olması; tarihi, coğrafi, demografik olarak dünyanın büyük bir kısmıyla bağ kurdurabilecek olması nedeniyle Latince öğrencinin seçebileceği dillerden biri olarak sunulacaktır. Kuzey-Slav- Ortodoks Hıristiyan ülkelerle bağ kurdurabilecek olması; yine tarihi, coğrafi, kültürel, demografik olarak Türkiye ile yoğun ilişkili bir kültürin dili olması; Türkistan coğrafyasını sömürmüş ve dolayısıyla o coğrafyada yer edinmiş bir kültürün dili olması gibi nedenlerle Rusça yine bu dillerden biri olacaktır. Türkiye vatandaşları arasında ciddi oranda anadil olması; İslam açısından "din dili" gibi kabul görmesi; kadim kültürlerden birinin dili olması; Türkiye ile en yoğun bağları olan kültürün, etnik kökenin dili olması nedeniyle Arapça da öğrencinin seçebileceği diller arasında yer alacaktır. Türk kültürünün en eski komşularından olması; günümüzde hala büyük bir demografik grubun, coğrafyanın anahtarı olması; yine kısmen Türkistan coğrafyasının üzerinde yer alması gibi nedenlerle Çince de bu dillerden biri olacaktır. Son olarak "din" kavramıyla olan sıkı bağlarından dolayı, modern Hintçe'nin kökeni olmasından dolayı, Farsça dahil Doğu dillerini yoğun bir şekilde etkilemiş olmasından dolayı Sanskritçe'de bu diller arasında yer almalıdır. Öğrenci seçim yaparken bir ölü bir yaşayan, Batı ve Kuzey gurubuna karşı Güney ve Doğu gurubuna ait olan, mesleki olarak yönelinmesi planlanan alana uyan vs gibi kriterlere göre dil seçimine yönlendirilecektir.
Bireysel, Toplumsal ve Dünya okur yazarlık eğitimleriyle dolu dolu kuşanan öğrenci için bu aşamadan sonra eğitim tamamen kişisel tercihler üzerinden devam edecek ve daha önce bahsedildiği gibi "Hayat Boyu Eğitim" olarak devam edecektir. Önceki aşamaları bitiren her vatandaş sınavsız bir şekilde bu eğitim sistemine kaydedilecektir. Günümüzde Meslek Yüksekokulları olarak faaliyet gösteren üniversite bölümleri Hayat Boyu Eğitim'in omrgasını oluşturacak şekilde dönüştürülecek ve tüm ilçelere yaygınlaştırılacak ve eğitimlerin süreleri kısaltılacaktır. Her bir ders öğrenci tarafından ihtiyaç hissedildikçe veya işveren talep ettikçe alınacaktır. Dolayısıyla mesela çağrı merkezi operatörlüğü için 2 yıl boyunca keyfi, alakasız, sektörden kopuk eğitimlere zaman harcamak zorunda kalmadan, alanına göre 3, 6 veya 9 aylık dersler halinde eğitim ihtyacını giderilmesi sağlanacaktır. Her hoca mezunlar üzerinden izlenerek ne kadar verimli eğitimler verdiğine dair takip edilecek, baştan savma eğitimlerle sistemin suistimal edilmesi önlenecektir. Vatandaşların iş hayatına devam ederken eğitim alabilmeleri için eğitimler ağırlıklı olarak tatil zamanlarına göre planlanacaktır. Yıllara sari olarak doğru dersleri almış vatandaşlar dilemeleri halinde daha sonra seçtikleri alanların akademikleri olarak kabul edilebileceklerdir. Yani günümüz Türkiye'sinde olduğu gibi herkesin 4 yıllık lisans eğitimini almak zorunda hissettiği, kaldığı bir üniversite eğitimi yerine, eğitimini ilerlettikçe sonradan lisans, yüksek lisans, doktora muadili seviyeler kazanılabilir olacak, akademik başarılar devam ettikçe hoca ünvanı da elde edilebilecektir. Böylece bir alanın pratik kısmında kalmak isteyenler için 4 yıllık yük yerine belki de 6'şar aylık 2 ders yeterli olabilecektir. Bir alanın her yönüne dolu dolu ilgi duyan birisi aldığı eğitimlerle o alanda kuram geliştirecek hale geldiğindeyse gerçek anlamda üniversite eğitimi almış ve üniversite eğimi vermeye ehil kişiler olarak kabul edileceklerdir.
Bu noktada daha sonra başka yazılarda açmak üzere kısaca bilgi üretimi hakkında konuşmak gerekiyor. Epistemolojik bağlamda 2 tür öğrenme vardır: Varlıktan öğrenme ve insandan öğrenme. Varlıktan öğrenebilen insanlar bilgi üretimlerini varlığı gözlemleyerek, deneyimleyerek yaparlar. Üstat seviyesinde bir marangoz ahşabı inceler, ahşapla hemhal olur, ahşabın künhüne varır. Ahşabın dilini bilir ve o dil gereğince, ahşapça konuşarak ürün verir. Bu ürünler ne kadar o varlığın diline hakim olunduğunca kıymetli olurlar. Bu yüzden büyük ustaların büyük eserleri alanlarında bir ihtiyacı gidermenin ötesinde alanın sınırlarını tanımlar, neredeyse bir ders kitabına dönüşürler; olağan bir kullanıcı için sıradan bir sehpa olan ürün o alanın ilgilileri için sehpa idesidir artık. Böyle ustalar varlıktan öğrendiklerini insanlara ürünleriyle öğretirler. Ahşabı öğrenmiş bir usta bu bilgisinden yola çıkarak ürettiği ahşap sehpa ile topluma ahşabın, sehpanın ne olduğuna dair bir eğitim vermiş olur ürünleri vasıtasıyla: Ahşap sehpa budur, diye. Bu ustaların akademik anlamda başarılı olmaları pek nadirdir. Yani varlıktan öğrendiklerini insanlara sözle, dille, yazıyla, rakamla anlatamazlar. Diğer taraftan insandan öğrenen insanlar ise varlıktan öğrenmek yerine başkalarının tecrübelerinden öğrenmeyi daha anlamlı bulurlar. Bu insanlar dili iyi kullanırlar, insan psikolojisine önem verirler. Özet çıkarmak, ders çalışmak, sunum yapabilmek, farklı iletişim yöntemleri geliştirmek, dış görüntülerine özen göstermek gibi akademik araçlara sahiptirler. Yani bu insanlar günümüzde "öğretmen" olarak tanımlanan mesleğin gerçek erbabıdırlar. Buradan hareketle bu bahsettiğim çerçeveyi bilim adamına karşı öğretmenler olarak da kavramsallaştırabiliriz. Üniversite sistemi daha ilk örneğinden itibaren bilim adamlarından yani ustalardan (master) öğretmenlik (teacher) beklemektedir. Oysaki bahsettiğim gibi insandansa varlıkla haşır neşir olmayı tercih edecek bu insanların öğretmenlik yapabilmeleri oldukça zordur. Oysa bir öğretmen öğretmeyen veya öğretemeyen bir insandan dahi, onu gözlemleyerek, psikolojisini çözerek, notlar tutup edindiği bilgileri yayınlayıp bir külliyat oluşmasına katkı sağlayarak, bu bilgileri diğer akademiklerle tartışarak bilgi sağabilir, bilgi üretebilir. Üniversite sistemi bu kadim sorunuyla bugün dahi yüzyüzedir. Ancak özellikle Türkiye'de büyük propagandalarla bilgi üretiminin yegane merkezi, otoritesi gibi lanse edilmelerine rağmen küresel olarak üniversitelerin aşınmışlığı artık çuvala sığmaz bir mızrak halini almıştır. Batılı merkezlerde bu sorun büyük üniversitelerin büyük laboratuvarları, büyük ar-ge merkezleri üzerinden çözülmeye çalışılır. Böylece üniversiteler hala bir akademik eğitim kurumu olarak anlamlı tutulabilmektedirler. Ancak bilgi üretimindeki bu sorun, iki farklı tarz arasındaki bu kopukluk binlerce yıla rağmen hala çözülememiş görünmektedir. İşte üstatla, meslek eğitimi arasındaki bu boşluğu tek uzmanlığı öğretmek olan öğretmenler tamamlayabilir. Oysa günümüz Türkiye'sinde mesela eğitim fakültelerinde meslek derslerinden çok, örneğin Fizik öğretmenleri için Fizik öğretilmektedir. Büyük kayıp. Öğretmen eğitimi sadece psikoloji, sosyoloji, sosyal psikoloji, diksiyon, yabancı dil, hitabet, mantık, derinlemesine Türkçe eğitimi, yabancı dil, hızlı okuma, sunum teknikleri, pedagoji, not tutma teknikleri, arşivcilik, iletişim teknikleri, eğitim materyalleri geliştirme gibi tamamen insandan öğrenip insana öğretmeye yönelik bilgilerle yapılmalıdır. Bu eğitimden sonra bu öğretmenlere yeşil pasaport, yıllık bir eğitim seyahati finansmanı desteği verilip dünyanın dört bir köşesine öğrenmeye gönderilmeleri, ülke içindeki üstadların yanına çırak olarak yerleştirilmeleri en büyük eğitim hamlesi olacaktır. Diledikleri alanda üstatlardan her yeni bir eğitimi tamamladıklarında bu öğretmenler Düşülke'nin dört bir yanında dersler açıp o üstatların yerine insan yetiştirip, vatandaşları meslek sahibi yapacaklar ve Düşülke'nin ortalama refahına katkı sağlayacaklardır.. Bin yıllık üniversite, medrese eğitim sisteminin gerçek anlamda yenilenmesi, yeni binyıla hazırlanması böyle mümkün olabilecektir. Yeni bir çağın başlangıcı işte bu Epistemoloji ve Eğitim Felsefesi temeli üzerine bina edilebilecektir.
Son olarak hekimlik, hakimlik gibi hayati öneme sahip mesleklerin eğitimlerine ise ilgili alanlardan bahsederken ayrıca değinmek uygun olacaktır. Çünkü bahsi açılınca görüleceği üzere ilgili alanlarda bir takım değişimler yapmak gerekecektir. Bu değişimler doğrultusunda gerekli eğitimleri ise o bağlamda konuşmak uygun olacaktır.
Her zaman olduğu gibi detaylarda söylenebilecek daha çok şey olmasına rağmen esaslar açısında sanırım oldukça iyi bir fikir verebilmişimdir Düşülkeye Layık Eğitim Sistemi hakkında. Ne dersiniz, böyle bir ülkede yaşamak ister miydiniz?
Yorum Gönder