Türkiye Turu -1 Aşkale

    Ankara ve İstanbul'da belli bir tarihte bulunmamı gerektiren bi kaç küçük iş haricinde Kurban Bayramı ile birleşen 16 günlük bir tatilin büyük kısmı bir süredir gündemimde olan "Motopatetik" kavramına uygun bir gezi oldu. Motopatetikliği ayrıca açıklayacağım ama burada kısaca bir çerçeve çizmek gerekeceği için şöyle özetleyebilirim: Motosiklet ile yapılan ve "Peripatetik"liği de çağrıştırmak isteyen, dolayısıyla Felsefi bir içeriğe de sahip olan gezi yapmayı ifade eden bir kavram. Bu kavrama daha önce başka bir kaynakta rastlamadığım için kendi ürettiğim bir kavram olduğunu söyleyebilirim.

    Başlangıç noktam Erzurum'dan 9 Temmuz'da motosikletle yola çıkıp Sivas'a kadar durmadan devam edip Sivas'da bir gece geçirdikten sonra ertesi gün yolun kalanını katedip Ankara'ya ulaşmayı planlıyordum. Ancak hesapta olmayan aksaklıklar nedeniyle ancak Erzincan'a kadar ulaşabildim. Bu aksaklıklardan biri, daha Erzurum'dan çıkamadan, Aşkale'de yakalandığım "külekten boşanırcasına" yağan yağmurdu. Bu aşırı yağmur nedeniyle hem hızımı düşürmek zorunda kaldım hem de kıyafet değiştirmek için zaman kaybettim. Bu bana birçok çağrışım yaptıran bir deneyim oldu. Öncelikle haftalardır beklenen ve yağmayışıyla büyük kuraklık korkusunu tetikleyen yağmurun bir anda büyük bir yoğunlukla yağması iklim değişikliği konusunda ne denli kritik bir eşikte olduğumuza dair farkındalığımı bir adım öteye taşıdı.


 

    Artık şu gerçeğin farkında olmak yetmiyor maalesef ve büyük, etkin adımlar atmak gerekiyor: İklim öngörülebilir olmaktan çıktı ve bu yarının bir sorunu değil. Teknoloji gurularının, futuristlerin sıkça andıkları o "yarın" çoktandır "dün" olmuş bile. "Bugün" bu düzensizlikle nasıl yaşayacağımıza yönelik düşünmemiz gerekiyor. Yaklaşık bir yıl önce haberleştirilmiş bir açıklamada bir iklim bilimci Türkiye'ye yaklaşık şöyle bir tavsiyede bulunuyordu: "Hızla barajlar inşa edin". Bu tavsiye daha geçen hafta üstüste sellerle boğuşan Doğu Karadeniz bölgesinin yaşadıklarını bir nebze hafifletebilir belki ama turizm, tarım, ekonomi, sağlık, eğitim gibi bir çok alanda yapılması gerekenlere dair bir fikir vermiyor. Örneğin öngöremediğiniz iklim şartları altında herhangi bir belde daha ne kadar turistik kalabilir? Ya da ekonomiler bu öngörülemezliklere daha ne kadar dayanabilir? Bu yüzden hem eğer hala mümkünse bozulmayı tersine çevirecek büyük adımların atılması hem de değişmiş iklim ortamında nasıl yaşayacağımız konusunda daha ciddi tedbirlere ve tekliflere ihtiyacımız var. 

    Bazı deneyimlerimden de yola çıkarak ulaştığım çözümlerden biri olarak tatil veya turistik faaliyetler için net tarihler belirlemek yerine tarih aralıkları belirlemeyi öneriyorum. Örneğin 17-25 Temmuz arasındaki Kurban Bayramı tatili için sürenin tamamını içerecek paketler hazırlamak yerine 17-25 Temmuz tarihleri arasında bir tesisin kapasitesinin diyelim ki %80'i kadar kişiye 5 günlük paketler önerilebilir. Görünürde herhangi bir tatil veya seyahat firması için en yoğun dönemde kabul edilemez oranda bir kapasite kaybı ortaya çıkıyor olsa da, tatilciler için ziyan olmuş bir izin süresi sözkonusu olsa da, 17-25 Temmuz arası dönemde olası bir iklimsel anormallik yaşandığında o dönemdeki tüm rezervasyonlar, planlar altüst olacağına, hem tatilcilere hem tesislere bi kaç günlük opsiyonla yeni bir düzenleme imkanı sağlamak daha makul olacaktır. Bu tabii ki afet yaşayan bir bölgenin dertlerinin yanında belki önemsiz görülebilecek bir çözümdür ama diğer yandan binlerce insanın ekmek yediği, ekonominin temel taşı sektörlerden birine nefes aldıracak bir çözümdür bence. Ayrıca değişim mecburiyetine henüz kani olamamış zihinler için bu şu an lüks görülebilir. Sorunun diğer sektörlerdeki zuhuru ile birlikte, değişimin kaçınılmazlığına ikna oldukça bu tür çözümler daha kabul edilebilir bulunacaktır.

    Konu hakkında bu gibi pratik yaklaşımların haricinde teorik olarak da söylenmesi gereken çok şey var. Hatta teorik bir zemine kavuşmamış her uygulama, çözüm önerisi beklenen faydayı sağlamayabilir. Bu çerçevede öncelikle tespit etmek gerekir ki iklimsel anormallikler bir sonuçtur. Bu sonucu doğuran fikri yapı ise en nihai noktasına kadar sorgulandığında, sorunun metafizik temeline ulaşıldığında yani, Dekartçı Rasyonalizm, Kantçı Mantık, Hümanizm, Aydınlanma, Newtonyen Fizik, Kopernikçi Astronomi... nin yani "Tanrı İnsan" teolojik metafiziğinin tükenişini deneyimlediğimizi görürüz. Meşhur fıkradır: Bilim adamları Tanrı'nın karşısına dikilip "Artık biz de insan yaratabiliyoruz" derler. Tanrı'da onlara "çok güzel, şimdi bunu benim toprağımı kullanmadan yapın" der. İnsan kendisine verili olanlardan yola çıkarak bazı "Tanrı tezahür"lerini kendine mal edip, tanrısallaşabileceğine sanmıştır ancak görünen o ki Tanrı havasını, suyunu, toprağını kendi kurallarına göre yönetmeye edevam etmektedir ve fıkraya atfen "her ne başaracaksanız şimdi benim mülkümü kullanmadan başarın" demektedir. İnsan, kendine tanınımış metafizik üzerine bina edilmiş bir Fizikte ustalaşmasını, mühendislik başarılarını yani, metafizik güç olarak yorumlamaktadır. Ancak o metafizik, ayaklarının altından yeri çekip alıyor, Fiziğini yıkıyor gibidir. 

    Bu Fizikle yapılan otomobiller nefesinizden çalıyor, evler ruhunuzdan, şehirler kültürünüzden, telefonlar sosyalliğinizden; Elon Musk uzaya çıkıyor göğünüzü size satmak için, ilaç firmaları sağlığınızdan besleniyor, internet size bilgi vermekten çok sizin bilgilerinizi emiyor... Daha ne kadar tolere edilebilir bu? Taş toprak kabul etmiyor sizi, mantığınızı, Tanrılık iddianızı.

    İşte krizin özü burada: Gerçekten Tanrılaştıysanız niye düzeltmek yerine kaçacak delik arıyorsunuz? "Dünya'nın Tanrı"sıyla Mars'ı arkanıza alarak savaşırsanız galip geleceğinizi mi sanıyorsunuz?

   Üstteki satırları yazarken henüz Kastamonu'daki sel felaketi ve Akdeniz Bölgesi yangınları yaşanmamıştı. Dolayısıyla iklim sorununun artık yarının değil, dünün sorunu olması ayakları iyice yere basan bir gerçek olmuştur. Bugün bu sorunla birlikte yaşamanın yollarını da araştırmak zorundayız artık.

    Birkaç satır da yağmurda motosiklet kullanmak üzerine eklemek gerekirse... Mototsikletçi için sahip olunan teçhizatın kalitesinin tam anlamıyla test edileceği bir durumdur yağmur. Bu nedenle yavaş hareket ederken veya durmuşken sizden oluk oluk ter söken motosiklet giysileri tam da böyle anlar için eksiksiz olmalıdır. Montumun kalitesi örneğin böyle bir yağmurla başa çıkmaya elverişli değilmiş demek ki, kıyafet değiştirmek zorunda bıraktı beni. Acemilik yapıp o kıyafetlerle yola devam etseydim yiyeceğim rüzgar nedeniyle daha ilk günden noktalamak zorunda kalabilirdim geziyi. Üstelik bir de çadırda konaklamayı düşündüğüm hesaba katılırsa, giysilerimi kurutma fırsatım da hiç olmayabilirdi. Hasılı kelam elverdiğince kaliteli giysilerle motosiklet kullanmak kaçınılmaz bir gerekliliktir. Ayrıca açık alanda yakalandıysanız yağmura, "şimdi içinden geçer giderim" diye düşüüp yola devam etmemek gerek. Ben düşünmüştüm ama botlarıma kadar suyla dolmuş olmama artık kayıtsız kalamadım ve durdum.

    Yağmurlu yolda hızı düşürmek de ayrı bir zorunluluk. Barıncak yer buluncaya kadar ıslanmayı göze almak gerekiyor. 4 tekerli araçların dahi en azından sürüş konforunu bozan yağmurlu yol 2 tekerli motosikletliye neler yapmaz. 

DünyaSeyahatiNet

Ne Düşünüyorsunuz Bu Konuda:

Daha yeni Daha eski