Birçok hayvanın doğar doğmaz sahip olduğu bazı savunma mekanizmalarından insan mahrumdur. Üstelik hayvanlar bu savunma mekanizmalarına çoğu zaman sadece kendilerini savunmak için ihtiyaç duyarlar. Oysa insan çok daha uzun bir çocukluk döneminde kendisi ve başka birçok tür hakkında yaşam bilgisiyle donatılır. Bu, herhangi bir hayvanın değil de insanın nasıl hâkim tür haline geldiğini açıklar.
Bazı karınca türleri ve insanlar başka türlerin de canlılığını içeren bir sistemi savunacak uygun ortamlar oluşturmaya çalışırlar ve bu bilgiyi organize ederler. Bu bir veya birkaç canlı türüyle sınırlı kalınca çiftçilik olarak nitelendirilebilirken ve hayvanlar için hâlâ sahip olunabilecek bir özellik iken, çiftçiliğin daha geniş bir canlı kümesine uygulanması halinde, yani bir ekosistem içinde çiftçilik yapmak veya baskın tür olmak söz konusu olduğunda artık sadece insana özel bir durumdan bahsedilebilir.Topluluğun hikayesi geliştikçe, kültürel birikimi de
büyür. Bu birikimin sonraki kuşaklara basit ürünler ve genetik değişikliklerle değil sistematize edilmiş büyük bir bilgi birikimi olarak da aktarılabilen kısmı ise öncelikle gelenektir. İnsanın kendisi ve başka bazı varlıklar ve canlılar hakkında sahip olduğu bu birikime bürünmek yoğun olarak çocukluk ve
gençlik çağına tekabül eder ama bütün bir ömür boyunca da edinilen yeni bilgiler söz konusu olabilir. Birçok toplum için bu birikimin sonraki kuşaklara aktarılması çok uzun zaman alır ve özel birtakım kurumsal yapıların geliştirilmesine neden olur. Bu olgudan hareketle insanın bahsedilen gelişim
sürecinde, diğer canlılardan olumlu anlamda ayrışmasını sağlayan özelliklerinden biri düşünebilmesi ise bir diğerinin gelenek oluşturabilmesi olduğu söylenebilir. Diğer canlı türleri için adetlerden bahsedilebilirken, adetleri sistemli ve kapsamlı bir şekilde sonraki kuşaklara aktarabilmesi, insanın diğer canlılar karşısında bir adım öne geçmesinin nasılını açıklar. Dolayısıyla bu birikim her insan için kıymetlidir artık. Çünkü giderek bu birikim canlının kendini savunma refklesinden soyutlanmış bir savununun konusu halini alır.
Bu büyük birikim yeni kuşaklara aktarılırken bazı kısımları kaynağı bilinemeyen bir hal almış olabilir. Yine de bu bilgiler, atasözleri, deyimler ve dilin iskelet yapısı gibi ağırlıklı olarak töre; mitler, destanlar, ritüeller gibi ağırlıklı olarak din kaynaklı gelenek taşıyıcı araçlar ile kodlanır ve
-çoğunlukla sözlü ve rivayet odaklı aktarıldıklarından- ananevi kültür öğeleri olarak korunur ve savunulurlar. Yaşayan bir geleneğin güncel bilgilerle değiştirilip dönüştürülmesi ve yeni doğal ve kültürel şartlara uyumlu hale getirilmesi ise görenek ile ifade edilebilir.
Giderek büyüyen bu yaşam bilgisinin geleneksel ögelerine bazen neden ihtiyaç duyulduğu anlaşılamayabilir. Bazı bilgiler belki tüm yaşamda bir kez kullanılacağından öğrenilmesi zaman alabilir. Bazı ürünler birkaç farklı fonksiyonu bir arada yerine getiriyor olmaları açısından üretilmeleri için daha fazla ustalığa gerek duyulabilir. Hasılı birikmiş çok miktarda bilginin ve ürünün her birinin ne zaman, nerede ve nasıl kullanılacağına dair uzun bir açıklama gerekebilir. Daha önce bahsettiğim uzun çocukluk dönemi de bunun için vardır. Ancak çoğunlukla uzun açıklamalar yerine yaşamın savunulması için kıymetli bir birikim olarak benimsenip öğrenilmek üzere toplumdan topluma değişen oranlarda tartışılmaz bir kalıp olarak sonraki kuşaklara aktarılabilir. Bu nedenle bu kültürel birikim, onu geliştiren ve biriktiren toplum tarafından çoğu zaman tıpkı canlılık savunulurmuş gibi savunulabilir. Buraya kadarki açıklamalar ışığında bu savunu oldukça anlaşılabilirdir sanırım.
Yorum Gönder