Geleneğin sonraki kuşaklara dil üzerinden aktarılması çabalarını, Heinz Kimmerle’nin Afrika'da Felsefe -Afrika Felsefesi Kültürlerarası Bir Felsefe Kavramına Doğru isimli eserinden alıntılarla örneklendirmek uygun olabilir. Örneğin geleneksel bilginin aktarılmasına dair, yazarın ve incelediği bazı Afrikalı düşünürlerin atasözlerini öne çıkaran görüşleri, şu ifadelerle temsil edilebilir:
Dilin, sözlü olarak da, yazılı dile nispetle, oldukça yetkin bir şekilde düşünceyi iletebileceği bu ifadelerden de açık bir şekilde çıkarılabilir. Sözlü dilin zamana ve mekâna daha fazla bağımlı olma gibi dezavantajları ise etkililik ve özelleştirilebilirlik gibi avantajlarıyla birlikte ele alındığında önemsizleşebilir. Örneğin, Sokrates, yazılı bir eser bırakmamıştı ama konuşmalarının etkisi binlerce yıl sonra bile hâlâ kendini hissettirmektedir. Yazılı dilinse, hayatı kolaylaştırdığı sanılan zamana direnebilme ve uzak mesafelere iletilebilme özellikleri, daha önce vurgulandığı gibi dilin sahip olduğu kısıtlı, etkililik ve kullanışlılık yönünü daha da kaybetmesine neden olmaktadır.
Bu çerçevede, dille ifade dilen bilgilerin gerçeği temsil etme kapasitesinin sınırlılığı ve hayata yansımasının eksikliği üzerine ilginç bir örnek olarak
ifadelerini kullanan Kimmerle’nin Afrika'da Felsefe- Afrika Felsefesi Kültürlerarası bir Felsefe Kavramına Doğru eserinin bizzat kendisi verilebilir. Alıntıladığım tespitine rağmen yazarın sonraki sayfalarda örnek olarak bahsettiği bir duruma yaklaşımı dilin sınırlarının bilgisine sahip olmasına rağmen, yargılarına ve davranışlarına yansımasının sınırlı kaldığını göstermektedir. Yazar, Afrika’da bulunduğu sırada sekreterliğini yapmış bir kişinin bazı davranışlarından yola çıkarak Afrikalı zihin yapısı hakkında çıkarımda bulunmaktadır. Konaklama sorununu daha önceden çözmeyen sekreterinin bu davranışı hakkında şu ifadeleri kullanıyor:
“Sekreterim adımı mektuplardan biliyor ve cismen göründüğüm andan itibaren, benim konaklamamla ilgilenmeye çalışıyor. Kağıt üzerinde haftalar önce düzenlenmiş olan şeyi eyleme dönüştürebilmek için, fiziksel varlığımın baskısının gerekli olduğunu anlıyorum.”*
Sekreterin yazılı ortamda aldığı bilginin ancak fiziksel gerçekleşmenin baskısını beklediği çıkarımı eksiktir. Çünkü dille ve üstelik kağıt üzerinde aktarılabilen bilgi sınırlıdır. Sekreter, olayın gerçekleşmesi ile olay hakkında daha ayrıntılı bilgiyi, yani sadece dil ile ifade edilenden ve bunun kağıt üzerine aktarılabileninden fazlasını çıkarma imkânına kavuşur. Yazarın bu eleştirisi dile olan güvenden, böyle bir kültürden gelmesinden kaynaklanmaktadır. Sekreterin davranışı ise dile olan sınırlı güvenden kaynaklanmaktadır. Sekreter daha fazla gerçekliğe ihtiyaç duymaktadır. Yüzyüze gelinince ortaya çıkacak fiziksel ve psikolojik özelliklerin birçoğu ya dile ve yazıya sığmaz ya da yazılması pratik olmaz. Yazıyla bildirilen sınırlı bilgi ya eksik kısımları bir zihinsel kurguyla tamamlanarak ya da kişisel özellikler umursanmadan herhangi bir şekilde tamamlanır. Bu durumlar arasındaki fark insana özel bir konaklama çözümü sağlayıp sağlamama açısından önemlidir ve toplamda kültürün ve medeniyetin seviyesini belirler. Dolayısıyla düşüncenin dili aştığını bilme ile buna göre davranma arasında büyük bir fark vardır.
Sekreter kurguya değil gerçeğe itimat etmektedir. Yazar ise kurgu ile yetinebilmekte ve bu kurguya göre öngörülebilir bir yaşam deneyimi ummaktadır. Sekreter, sadece henüz, uzun mesafeler arasında güvenilir bir yolla bilgi edinebileceği, dilden farklı bir lisana sahip değildir. Yazarın hâkim olduğu dil, dünya çapındaki mesafelere ve zamana karşın etkin olabilmesine rağmen modern fiziğin dayandığı zaman ve mekan sınırları, aynı zamanda dilin sınırlarına da dayanıldığını ifade eder gibidir. Ayrıca yazarın içinde yetiştiği kültürün dilden farklı lisanlarla bilgi iletiminin imkânına dair kabulleri, dilin ve bilginin de sınırlarını belirlemiş olmaktadır.
Bunun dışında Kimmerle geleneksel bilginin bilgi iletim yolu olarak genel anlamda formel olmayan eğitim yollarının öne çıktığını belirtir.
Böyle bir eğitim ortamı, bilginin sözel olarak iletilmesine olduğu kadar, davranışsal örnekler yoluyla da iletilmesine imkân sağlar. Böylece bilginin yazılı olarak ve resmî kurumlarla iletilmesine göre daha çok içselleştirilmesi ve dolayısıyla ahlâkî olarak daha iyi davranışlara yöneltmesi mümkün olur.
Bilgi, insanın varlıkla olan ilişkisini varlığın bizzat kendisi ile değil göstergeleri üzerinden mümkün hale getirir. Ancak hiçbir gösterge işaret ettiği varlığa tam anlamıyla eşit ve denk olamaz. Bu nedenle göstergeler üzerinden varlıkla kurulan her ilişki, her zaman ve zeminde yetersiz ve eksik bir ilişkidir.
* Heinz Kimmerle, Afrika'da Felsefe- Afrika Felsefesi
Kültürlerarası bir Felsefe Kavramına Doğru, s. 131
Yorum Gönder