Artık Böyle Filmler Çekmiyorlar: First Man

filmsecimi:


La La Land de bu tonda bir filmdi ama o 2016 tarihliydi. La La Land’in yanısıra aynı yönetmenin Whiplash filminin de pek beğenildiğini hesaba katarsak Amazon’un kısmen, Netflixin çoğunukla köküne kibrit suyu döktükleri, dökecekleri Hollywood için dijital yapımcılar dönemi öncesi köprüden önce son çıkış tabelasında Damien Chazell’in ismini görüyoruz diyebiliriz. Buna rağmen akıntı tersine döner mi, zor bence. O yüzden buldukça izlenir artık “böyle filmler”.

Bu filmlerin izlenir olmasında yönetmenin 3 filminde film müziklerini yapmış olan Justin Hurwitz’in de katkısı büyük diyorum. Ki bir örneğini de bu yazıya eşlik edecek şekilde dinleyebileceksiniz. Güzel film müziikleri yapıyor adam. Filme eşlik ederek kattıklarını bu yazıya da katmasını umuyorum bu yüzden.

Biraz bu tür filmlerden bahsetmek gerekirse; Damien Chazell’in La La Land’de de uyguladığı ve başlarda biraz geleneksel Hollywood’a özenme, bazen biraz kaliteli melodram çabası olarak gördüğüm ama yine de beğendiğim, takdir ettiğim ve hatta Moonlight denilen şişirme film tarafından Oscar hakkının yenildiğini düşündüğüm film çekim tarzını First Man’de de görünce artık bir tarzdan bahsedebileceğimize kanaat getirdim. Yaptığı, güzel bir dramatik yapı, romans muhakkak, müzikler zaten dediğim gibi güzel, oyunculuk da önemsenmiş, renkler, oluşturulan çerçeveler özenle çalışılmış… derken evet güzel bir çekim tarzı. Tabii benzerlik kurmama rağmen La La Land ile farklılıkları çok First Man’in ama bu aynı yönetmenin işi dedirtti bana.

First Man’a özel olarak ise örneğin Karen figürünün Ay’a kadar taşınması ve bence çok etkili bir sona bağlanmış olmasının filme çoğu Hollywood filminde görülmedik bir hissi ve fikri derinlik katmış olmasından bahsedebilirim. Öyle ki erkeklerin kız babası oluncaya kadar tam baba olmamış sayılmalarından tutun, evlat acısı kavramına, erkekler ağlamaz saçmalığına isyan etme hissine varıncaya kadar bir dizi hissi ve fikri yakıp yakıp duruyor zihninizde. Bu etkiyi oluşturmak için daha çok flashbacklere konu olsa da Karen’in ışık, renk oyunlu ve hareketli kamerayla çekilmiş sahnleri oldukça etkili oluyor sanırım. Bu tür çekimler aynı zamanda filmi olay odaklı belgeselvari bir soğukluktan daha insani bir düzleme çekmeyi sağlamış ki filmin ismi de bunun amaçlandığını açık ediyor zaten; öyleyse film başarılı oluyor demektir.

Diğer taraftan karakterleri sağlam bir şekilde inşa ederken bir ara neredeyse asıl olaya zaman kalmayacak diye düşündürttü ama bir de ne görelim orası da ayrı bir başarıya dönüşmüş. O cephede ise Ayın ilk görüntülerinden, Kennedy’nin sitayişle hatırlanılmasına, hem ulusal başarı hissini sağlam bir şekilde vermesine kadar bir dizi dramatik başarı var bence filmde.

Biyografik özellikli filmlerin bir güçlü karakterin hayatını aktarmak gibi hem avantaj hem dezavantaj içeren bir yönü vardır. Dramatik yapıyı geliştirmek için çok esnetemezsiniz olan biteni, bu nedenle kısıtlar ama diğer taraftan yaşananların zaten kendisi başlı başına güçlü olaylar olduğu için pek esnetmek, üzerine birşey koymak zorunda da kalmazsınız. Dolayısıyla bu filmleri çekenler, özellikle berbat etmedikleri sürece ortaya çıkan ürün çok kötü olmaz genelde. İşte First Man de böyle güçlü bir olayı ve güçlü bir karakteri konu ediniyor kendine. Buna rağmen yönetmen, yönetmenlikten vazgeçmediği için, yani filmi güçlü hikaye, güçlü karaktera teslim edip kenara çekilmediği için, yanına bir de güçlü yönetmenlik eklediği için film herhangi bir versiyonundan daha güçlü bir yapıya kavuşmuş oluyor. Bu yüzden de bu film izlenir bir film olarak anılmayı hakediyor.

Fatih Özdemir

Ne Düşünüyorsunuz Bu Konuda:

Daha yeni Daha eski