Güncel uygarlık tartışmaları genellikle övünülen veya yerilen örnekler üzerinden yapılmaktadır. Uygarlığın ne’liği hakkında çıkarımlarda bulunabilmek için örneklerin de faydası vardır. Ancak bu yaklaşımın uygarlığı anlamak, bir örneği üzerinde düşünmek veya onu geliştirmek gibi amaçlardan çok, kuru bir duygusal tatmin amacına hizmet ettiği de aşikârdır. Geçmişin iyi örneğine sığınarak bugünü kurtarmaya çalışmak, insanlığı bir adım daha iyiye yaklaştırmayacaktır.
İnsanlığın bir adım daha iyiye yaklaşması için ne yapılabileceğine dair bir sorunun cevabını bulmak için ihtiyaçlara ve güncel duruma göre yeniden ele alınmış kavramlarla kurulacak bir sözlükçe ile başlamanın uygun olacağı kanaatindeyim. Buradan hareketle, kuramsal düşünce çerçevesinde, anane, örf, töre, gelenek, görenek, kültür, medeniyet ve uygarlık gibi kavramların kapsamını bilgi ve inanç gibi başka bir takım temel kavramlarla ilişkili olarak da yeniden düşünmek gerektiği sonucuna ulaşılabilir. Böylece sınırlı insan aklı ve deneyimleri ile kurulan dil, iletişim ve uygarlık gibi yapılar, sadece esas bağlamlarının ve yapılarının oluştuğu zamana ve imkânlara sıkı sıkıya bağlı olmaktan kurtulup, zamanla gelişmiş imkân ve oluşmuş yeni bağlamlara da temel teşkil edebilir hale gelebilirler.
Böyle bir sözlükçe oluşturduktan sonra herhangi bir fikrin ve eylemin sağlam bir temele oturabilmesi için bilgiye karşı olan tavrının da belirlenmesi; sonra bu tavrın, bu fikrin yazıya ve söze dökülmesi gerekir. İşte bu nedenle, ilk olarak, nasıl bir bilgi anlayışına sahip olunması gerektiğini veya var olan yaşantılardan hareketle nasıl bir epistemolojik anlayışa göre yaşandığını veya övünülen örneklerin nasıl bir epistemolojik temelde inşa edildiğini tespit etmek önemlidir. Böylece bu temel üzerinde yeniden düşünerek bir uygarlık geliştirmek veya var olanı ıslah etmek mümkün olabilir.
Halihazırda yaşayan toplumların güncel ve pratik alanlardan sorunları ve bu sorunlara önerilen çözümler bağlamında da söylenebilecek çok şey varsa da bu çalışmanın amacı uygarlığı kuramsal boyutta ele alarak doğru bağlamlar ve doğru kavramsal analizler ışığında yeniden düşünebilmektir. Bunu yaparken de elbette güncel ve tarihe mal olmuş kültürlerin ve medeniyetlerin uygulamalarından, fikirlerinden ve ilişkilerinden örneklendirmeler yapılacaktır. Örneğin, şu anda İnsan Uygarlığına liderlik eden veya peşinden sürükleyen Batı Uygarlığının ve hâkim kültür olarak onun temsilcisi olan AvroAmerikan Medeniyeti veya bir önceki temsilcisi Kuzey Avrupa Medeniyeti ile Türkiye’nin geleneği ve tarihiyle yakın ilişkili olan İslâm Uygarlığı ve Osmanlı Medeniyeti’nden örneklendirme amacıyla bahsedilecektir. Ancak bu kültürel yapıların incelenmesi ana amaç değildir.
Ayrıca insanın üstesinden gelinebilir bir dünyada yaşadığını hissetmek için birçok şeyi aynı başlık altında toplayarak sınıflandırmaya çalıştığı gerçeğini de tespit etmek gerekir. Medeniyetler de böyle bir yaklaşımla Filozof ve akil insanlarca farklı bağlamlarda tekrar tekrar sınıflandırılmıştır. Tezin amaçları arasında bu sınıflandırmalara bir yenisini eklemek olmasa da ortaya çıkan sonucun böyle bir yönü olacağı da açıktır. Ancak bu durumun teze, bilgi ve inanç eksenli uygarlıkların karşılaştırması olarak yansıması uygun olmayacaktır. Çünkü böyle bir karşılaştırmanın, pratik Felsefe sınırlarında kalınarak yapılabilirse de aslında daha çok tarih, sosyoloji ve antropoloji gibi bilimlerin metodolojisiyle yapılması uygundur. Zaten hali hazırda İbn-i Haldun ve Arnold Toynbee gibi isimlerin yaptıkları bu tür karşılaştırmalar mevcuttur. Bu çerçevede farklı bir ifadeyle tekrar vurgulamak gerekirse bu tezin bağlamı uygarlığa epistemolojik bir temel arayışıdır.
Bilgi ve inanç kavramları Felsefe Tarihinde bugüne kadar birçok filozof tarafından tekrar tekrar ve etraflıca incelenmiştir. Bu kavramların sadece kendilerini incelemekle kalmayan filozoflar bu kavramlar hakkında oluşan kanaatlerini temele alarak kapsamlı Felsefî sistemler de kurmuşlardır. Yani bilgi ve inancın kendisi ele alınmasa bile zımnî olarak bir bilgi ve inanç anlayışını temele almadan Felsefe ve bilim yapmak ya da din hakkında konuşmak pek mümkün görünmemektedir. Bu anlayışlara dayanarak medeniyet, kültür ve uygarlık gibi tarihsel boyutu olan insan topluluklarıyla ilgili kavramlar üzerine değerlendirmeler de yapılmıştır. Ancak insanın her değerlendirmesi bağlamsaldır. Bu değerlendirmeler de bağlamsal oldukları için dönem dönem yeniden gözden geçirilmelidirler. İnsan düşünüşüne dair en temel kavramlardan olan bilgi ve inanç ile en kapsamlı kavramlardan biri olan uygarlık kavramı arasındaki ilişkiyi de bu yüzden yeniden düşünmek gerekmektedir. Bu bağlamsallık, sadece coğrafî şartları değil, olabildiği ölçüde münferit ve/veya toplu halde insanlığın tarihselliğini de işaret eder; yani kültürü. Kültürel açıdan bakıldığında ise Felsefe dahi bir alt başlık[1], bir örnek, bir konudur sadece. Dolayısıyla böyle bir ele alışı yalnızca bir kültür, bir medeniyet, bir uygarlık, bir metafizik yorumu, bir bilgi kabulü varmış gibi sadece Batı Felsefesi akışı içinde düşünmek tutarsızlık olur. Bu nedenle bu tezde öne sürülen iddiaların Batı Felsefesi’nin tamamında taranması yerine, sembolik bazı isimlerden ve fikirlerden örneklendirilmesiyle yetinilmiştir.
İnsanın iki mücadelenin içinde doğduğu söylenebilir:Doğaya karşı mücadele ve insana karşı mücadele. İnsan, herhangi bir canlı olarak yaşamını devam ettirme mücadelesinde teknikle ve temel içgüdüleriyle, herhangi bir canlı olarak değil, bir insan olarak diğer insanlarla ve doğayla bir arada yüksek nitelikli yaşamanın gerektirdiği mücadelede ise değer sistemleri ile başarılı olur. Doğa da insan da kendileri ve birbirleri için karşılıklı fayda ilişkisi üzerine bir dengede ancak ideal yaşam alanı oluşturabilirler. İnsanın, yaşamını devam ettirme mücadelesinde işe yarayan bilgi ve yöntemlerle, yüksek nitelikli yaşam mücadelesine yaklaşması, onu kaçınılmaz bir şekilde doğaya ve kendi türüne karşı yabancılaştığı bir yola sürükler. Bu ise ideal yaşam çevresinin önünde sonunda hem insan için hem de diğer canlılar için bozulmasına neden olur. Geçmişten bugüne böyle bir savruklukla medeniyetlerin kurulmuş olması, bundan sonrasının da böyle devam edebileceği anlamına gelmez. Bu nedenle yeni bir bağlama ihtiyaç vardır. İşte bu çalışmada bu bağlamın oluşturulmasına katkı yapılmaya çalışılacaktır.
Bu çerçevede bir Türk İslâm Uygarlığı projesinden bahsedilebilmesi için hali hazırdaki dinî, tarihsel, coğrafî, kültürel, sosyolojik hatta psikolojik verilerin dikkate alınması gerektiği gibi kültürle yoğun bir şekilde ilişkili olan dilin sahip olduğu imkânların incelenmesi ve buradan hareketle ilişkili diğer kavramların ve uygulamaların ele alınması gerektiği söylenebilir. Bu gereklilikler dikkate alındığında hem kavram üretmeye hem de saha çalışması yapmaya, yani hem “Pür Felsefeye” hem de antropolojik yaklaşıma ihtiyaç vardır.
Başlangıçta tespit edilmesi gereken önemli bir konuyu daha burada tespit etmek için inanç ve bilgiyi birlikte kapsayan bir kavram eksikliğinden bahsetmek gerekir. Bu eksiklik nedeniyle aradaki ilişki ancak tarifle bir noktaya kadar aktarılabilir. Şöyle ki; insanın bilgiyle ve inançla hüküm vermesini veya harekete geçmesini tetikleyen tatmin oluş halini sağlayan ve bilgi olarak kabul edilen çerçeveye yüklenen bir anlam daha vardır. İnançla doğruluğu kabul edilen bir “bilgi”, kabul edilen bilgiden -ne olması gerektiği veya ne olduğu hakkında konsensüs ile (TDK’nın bilgi tanımında olduğu gibi) bir karara vardığımız- farklı bir şekilde bir bilgidir. Dolayısıyla “bilgi”yi de kapsayan ve zihinlerde, hayatlarda bilgi gibi etki bırakan bir başka aktdan daha bahsedilebilmelidir. Bu zemin üzerinde ancak bilgi ve inanç kavramlarını birbirlerinden bağımsız ve birbirleriyle doğru ilişkilendirilmiş olarak konuşmak mümkün olacaktır. Böyle bir ihtiyacın pratik bir nedeni olarak, “Bilgi” başlığı altında açıklanmaya çalışılacağı üzere umulan bilginin ya da geleneksel olarak kabul edilen ve bilgi kelimesiyle ifade edilen çerçevenin, ancak insanın içsel deneyimleriyle ve kendisi hakkında olabileceği, diğer “bilgilerin” ise inanç ile oluşturulduğu fikriyle açılacak boşluğu gösterebiliriz. Ancak bu ihtiyacın sınırlarını kendi bağlamı içinde ayrıca tartışmak gerektiğinden, bu tez çerçevesinde “yeni bilgi” ifadesi ile yetinilecektir.
Bu açıklamalardan da anlaşılabileceği gibi inanç kavramı, teolojik bir kavram olmaktan çok epistemolojik bir kavram olarak ele alınacaktır. Ancak inancın epistemolojisi, teolojisinden de etkilendiği ve teolojik bağlamını da etkileyeceği için inancın teolojik bağlamına da değinmekten geri durulmayacaktır.
[1] Heinz Kimmerle, Afrika'da Felsefe- Afrika Felsefesi Kültürlerarası bir Felsefe Kavramına Doğru, (1991), (Çev.: Mustafa Tüzel), 1. Baskı, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 1995, s. 15
Yorum Gönder