Sanırım artık bir seferde de izlenebilecek dizi, bir standart olarak yerleşecek sektöre. Yaklaşık 50 dakikalık 8 bölümle kimi noktaları muhtemelen olası başka bir sezona havale edilmiş olsa da “uzun bir film“ izlermiş gibi izlenebilecek bu tür prodüksiyonlar sektörün yönünü belirleyecek gibi görünüyor. (Bu yüzden ara ara bu prodüksiyonu “film” diye andığımı ve bunu çokta garipsemediğimi farkettim. Siz de “film“ ifadesini hata gibi görmeyin, prodüsiyonun tamamı olarak kabul edin lütfen)
Bu beklentiyi rejide de görebiliyoruz ki Melisa “total“de büyük rağbet görmesine yani TV bitmemiş olmasına rağmen dijital için bir proje istiyor. Çok belli ki mesleki tatmin arayışı ön planda bu istekte ama sektörün alayı para için bunu kendilerine yaptıklarının da farkındadır sanırım. Kolay tüketilebilir olmayı kendine layık görenleri “total“ dahi sunulduğu gibi kabul ediyor diye suçu onların üzerine atmayın. Siz mesela onun hikayesini çektiniz de “total“ izlemedi mi? Aksine gördüğünüz gibi el üstünde gezdiriliyorsunuz böyle bir iş yapınca. “Gizli faşistlik“ yapmayın ;)
Meryem aslında başrol gibi görünmesine rağmen başrol Istanbullular diyebiliriz sanırım. Daha ilk sezondan diziden çıkan karakterleri görünce -annesi zaten de, Hayrünnisa da oldukça dönüşsüz bir çıkışla çıktı gibi-, girenlerle birlikte oldukça geniş bir sosyolojik, psikolojik, sosyal psikolojik Istanbul/Türkiye manzarası çalışalacağını tahmin ediyorum. “Alternatif dizi“ yakıştırmasına bunu yakıştırıyorum ya da belki, kimbilir? Meryem burada hem başlıbaşına güçlü bir dramatik öğe hem iki sosyolojik alan arasında güzel bir bağ olarak yer alıyor. Gündelikçilik bu bağlamda zaten Türkiye anahtar kavramlarındandır. Özellikle muhafazakar çevrelerin de “gizli faşistleri” eleştirirken başvurdukları sosyolojik alet çantalarının güzide bir parçasıdır. Bunun farkında olunduğundan ve sanırım biraz da fazla üstüne yüklenileceğinden daha şimdiden 3 gündelikçinin (Meryem, Hazal, Hazal’ın halefi) bahsi yerleşti filme. Buna da hafif eleştirel bakmam -dizi İstanbul’da geçse de- gündelikçiliğin daha çok bir İstanbul vakası olmasındandır. Anadolu’da bu kadar yaygın olduğunu sanmıyorum. Dolayısıyla Istanbul’daki Anadolulular üzerinden Anadolu’yu değerlendirmeye neden olabilir, bu gündelikçi bahsi yoğunluğu.
Meryem Peri’nin (ve rejinin de sanırım) gördüğü, sandığı kadar “zehir” bir kız değil. Eğitimsiz ama akıllı ve duyarlı. Peri’yle görüşmeleri biraz dilinin bağını da çözmeye başlıyor artık. Böylece hem Peri’yi hem abisini biraz “normalleştiriyor“. “Zehir” ifadesi aslında akıllı, duyarlı, muhafazakar bir gündelikçi karşısında savunmasızlığı gösterir. Anadolulu da maddi, manevi sıkıntılarla eli kolu budanmış olsa da bir hayat yaşıyor, Istanbulla başa çıkmaya çalışıyor filan. Bu kadar enerji tüketen başlıklar arasında onu sadece ev temizliği fiillerinden ibaret görüyor olmaları “gizli faşis”tlerin, eğitimsizliğini ön planda görüyor olmaları rejinin bakışındaki eksikliği gösterir. O dar bakışı fiileriyle, fikirleriyle aştı diye kimse “zehir” filan olmaz, siz o insanlara tek gözle bakmışsınız olur. Ya da Istanbul’da hayatta kalan herkes biraz “zehir”dir.
Ruhiye (Funda Eryiğit) en istikrarlı parlaklığı gösteren karakterdi bence. Kardeşine attığı tiradına kadar hal ile o kadar çok şey anlatti ki… Yalnız o oyunculuk böyle kurgulanmış bir karaktere fazlaydı; o karakterin sorunu da buydu. Film boyunca bu yüklülüğü Ruhiyenin eşinin ortağı tarafından uğradığı tecavüzü eşine, ailesine anlatamayışı hikayesine yakıştırdım ama pek alakası yokmuş. Yasin’in Ruhiye’nin başından geçenleri zaten bilmesi Ruhiye’nin gerilimini “ne gerek vardı bu kadar parlatmaya” diye düşündürtüyor insana. Yasin hakkında “o kadar kötü değilmiş” dedirtmek için harcanmış olduğunu düşünüyorum bu karakterin inşasının. Ya da sırf seyirciyi şaşırtmak için (mi?) oyuncunun kendisi ve diğer dramatik öğeler tarafından ince ince işlenen bir karakteri “bu muymuş“ dedirten bir hikayeye bağlamak, sadece izleyiciye atılmış bir çalım olmakla kalmadı, reji tarafından kendi oyuncusuna da, metnine de bir ihanet oldu bence denilebilir. Yüzleşme sonrası ise Funda Eryiğit tam anlamıyla çiçekler açtırdı karaktere; senaryonun Hüseyini konuşturması da ayrı bir güzel dramatik katkıydı tabii. Ev hanımı, eş, anne gibi geleneksel, kadim rolleriyle dahi kadının nasıl bir gücü olduğunu; evin, yuvanın ta kendisi olduğunu, kadının çözemediği sorunlarının tüm ailenin açık, örtülü sorunu halini aldığını, mutluluğunun ise yine tüm aileye (ve tabii izleyici olarak bize de ferahlık verdiğini :) çok güzel anlatmış oldular. Bu haliyle dahi sırf Ruhiye başlığı için bile ayrı bir tebriği hak ediyor oyuncu ve reji. Bu arada aynı sezonda Mesude’nin ölümü üzerinden bir de annenin eksikliğini ve ailenin dağılmaklığını göstermeleri de çok etkileyiciydi. Evet, geleneksel olarak kadın öyle işte, yuva demek.
Yasin’de işte bahsettiğim gibi sürprizli bir karakter olarak kurgulanmaya çalışılmış. Doğrusu ben en başından beri o kadar sertliğin bir “gerçek kötülüğe“ çıkmayacağını tahmin ediyordum. Hatta -kim nasıl değerlendirirse değerlendirsin- hayatla, Istanbulla başa çıkmak için gerekli ve bir başka yolun da Yasin’in yolu olduğunu gayet iyi anlıyorum diyebilirim. Evet hayt huytlar fazla geriyor insanı ama adam iflas etmişken, evi taşlanıyorken, arkasına sığınmış 3 bayan, bir konuşamayan erkek çocuk varken, yolda gördüğü bir kızın köpek tarafından ısırılmasına dahi kayıtsız kalamıyorken ve -çekim hatasıydı galiba- kadraja gerçek bir köpek duhulü ve tehdidi sözkonusu olduğunda bile sakınan değil müdahale eden olmak içinden geliyorken ne yapması beklenebilirdi? Kadınlar arkalarda, gizlilerde, tenhalarda sırlarının yüklerini taşırken yorulurlar da erkekler önlerde, cephede mücadele etmenin stresiyle yorulmazlar mı, gerilmezler mi?
Genel olarak kesinlikle başarılı bir dizi. Hatta o kadar ki dizi sadece kendini kurtarıp, emek verenlerine de iyi bir paye sağlamakla kalmıyor, The Old Guard hakkındaki yazımda da belirttiğim üzere izlediğim kadarıyla berbat işler çıkaran Netflix’in dahi yüzünü ağartıyor. Devamı gelirse memnun olurum ve ilgiyle takip ederim. Hasılı güzel birşeyler izledik diyebilirim.
Yaklaşık 6 saatlik bir seyirlik hakkında elbette daha söylenebilecek çok şey olur. Örneğin dizinin psikolojiyle bu kadar içiçe girmiş olmasına rağmen psikolojik çözümlemelerini ağırlıklı olarak Jung’ın tespitleri üzerinden yapması ama sosyal psikolojinin tespitleri gereğince gayet insani bir hal olan içinden başka şeyler geçerken grup içinde başka davranma hallerini biraz kötülemesini ve buradan hareketle sosyal psikolojinin üstünden atlamasını da daha etraflı eleştirmek gerekir bence ama bu da benim gerilimim işte: İçimden geçenlerle bir internet sitesinde okunabilecek olan bir yazı boyutunun enuygunluğunu bulmak ;) Dizi yayına bu kalitede devam ederse, elbet yine gündemimize girecektir. Biz de bazı sözlerimizi sonraki sezonlara (yazılara) bırakalım artık :)
Son zamanların ilgi çeken dizisi Bir Başkadır a İki(nci) Başarılı inceleme
Yorum Gönder