“Ülkemizin tarihi ve turistik zenginliklerini dünyaya tanıtmak ve Türk sinemasını kurtarmak amacıyla girişilen ’‘Off-Shore Media” projesi çerçevesinde başlatılan faaliyetler aşağıdadır:
İlk adım olarak Amerikan Film Yapımcıları Birliği (MPAA)'nin avukatları ile birlikte hazırlanan Sinema Kanunu çerçevesinde sinemacılıkla ilgili her turlu hizmet, devlet kontrolü altına alınmıştır. (Amerikalı Film Yapımcılarının avukatları Türkiye için yasa yazıyorlar.)
Yabancı Sermaye Kanunu'nda yapılan bir değişiklikle, Amerikan şirketlerinin ülkemizde kendi bürolarını açmaları ya da Türk şirketleri ile ortaklıklar kurmaları doğrultusunda her türlü “tedbir” alınmıştır. Sinemamızda sermaye birikimini sağlamaya yönelik bu girişimin başka yasal düzenlemelerle desteklenecektir.
Amerikan şirketleri arasında dünyanın belli baslı stüdyoları olan ve “major’'lar diye anılan büyük şirketler Türkiye’ de istedikleri sinema salonlarını kiralayabilecekler, isterlerse satın alabileceklerdir. Böylece sinema salonlarımızın konfor acısından Amerika'daki salonlardan hiç bir farkı kalmayacaktır.
Sinema salonlarının bu gelişmeler sonucu bir kaç dağıtım tekelinin elinde toplanması kaçınılmaz olacaktır. Yapım-dağıtım ve gösterim tekellerinin oluşması, sinema sanayimizde yapımcı ve dağıtımcı sayısı acısından ’'tabii” bir elemeye yol açacak, ayakta kalabilen en güçlü şirketler, sinema sanayimize daha çok hizmet verebilecekler ve ülkemize dünyada daha iyi temsil edebileceklerdir.
Amerikan şirketlerinin Türkiye’ye gelmesi ile birlikte Türkiye’de gösterilemeyen Amerikan filmi kalmayacaktır. Türk filmlerinin ise büyük kentlerin banliyölerinde ya da kasaba sinemalarında gösterilebilmesi her zaman mümkün olacaktır. (Şu son 4 maddedeki garabete bir bakar mısınız? Elimizle teslim ediyoruz Türkiye sinemalarını. Türk filmleride şehirlerde değil anca kasabalarda gösterilmesine razı oluyoruz)
Türkiye’ye gelen Amerikan şirketleri, “ucuz emek” ten yararlanarak ucuza filmler mal edecekler ve bu filmleri dünyaya satacaklardır. Böylece Türk artistleri tüm dünyada “meşhur” olacaktır. Türkiye’de film çeken şirketler, bu filmleri yurt dışına ihraç ettiklerinde ihracat kredisinden yararlanacaklardır.
Amerikan şirketleri ile Türkiye’deki ortaklarının yapacakları filmler için güney sahillerimizde platolar kurulacak, bu bölgeler birer acık pazara dönüştürülerek her turlu ticaret serbest bırakılacaktır. Sanatçılarımızın giyim-kuşam için Avrupa'ya gitmelerine böylece gerek kalmayacaktır. (Derdini s……)
Bu açık bölgelere giriş-çıkış pasaportla yapılacağından, artık pasaportsuz sanatçı kalmayacaktır. (Kendi ülkende pasaportla dolaşacaksın)
Türkiye’de film çekecek yabancı şirketler, filmcilerimizin bilgi ve görgüsünü “off-shore” yani deniz aşırı boyutlara ulaştıracaklardır. Amerikalarla çalışacak Türk artistleri ve teknisyenleri İngilizce öğrenecekler, böylece Türkiye daha da “çağdaş” bir görünüme kavuşacaktır. (Ah bu çağdaşlık sevdası yok mu, bizi bitirdi bu)
Amerikalılar tarafından eğitilen Türk teknisyenleri ve Türk yönetmenlerinin yaptıkları filmlerin Amerikan filmlerinden aşağı kalır yeri olmayacaktır. Böylece, yalnızca sinema sanayimiz acısından değil, sinema sanatı acısından da büyük yararlar sağlanacaktır.
Amerikan şirketlerinin katılımıyla Türkiye’nin güneyinde bir film festivali düzenlenecek, festival bir karnavalla sona erecek ve Türk “Oscar’'ları dağıtılacaktır. (Antalya- Adana Film festivalleri. Hani kabul edilmemişti bu kanun tasarısı?)
Amerikan şirketlerinin ülkemize çekerek başka ülkelere satacakları filmlerin başrollerinde oynayacak unlu artistler, Türkiye’nin turistik bölgelerine götürülerek orada fotoğrafları çekilecek, sonrada bu fotoğraflar dünyaya dağıtılarak Türkiye tanıtılmış olacaktır. (Saflığa bak saflığa)
Ayrıca Amerikan televizyon şirketleriyle de işbirliği yapılarak dev bir dizi film projesi gerçekleştirilecektir. ’'Türk Büyükleri” adını taşıyacak olan dizinin başrollerini ünlü Amerikan yıldızları üstlenecektir. (Gerek kalmadı Amerikan yıldızlarına, Muhteşem Yüzyıl'ı çektirdiler işte bu milletin canına)
Off-Shore Media Projesi, bakanlığımızın iki önemli faaliyet alanını birleştirecek, filmlerin sansür işlemi ile turizm çalışmaları “koordine” bir bicimde yürütülecektir. Şöyle ki: Amerikan sinemasının “Oto sansür ” sistemi benimsenerek, projelerin henüz beyinlerde iken sansüre uğramaları sağlanacak, böylece turizmimizi baltalayacak sahneler filmlerde yer almayacaktır.
Türkiye’ye gelen Amerikalı filmcilerin kuracakları dekorlar (Kızılderili köyleri, Nazi kampları, New York sokakları vb.) tatil köyleri olarak işletilmek üzere devletimize devredilecektir. (Türkiye'de Kızılderili köyü, Nazi kampı. Kimin tarihini kime satacaksın ulan embesil)
Değerli filmcilerimize saygı ile duyurulur.“
80'lerin sonunda Adnan Kahveci'nin başından çıkan ve aslında Cumhuriyet tarihimizi de için alan 300 yıllık bir dönemin garabetini göz önüne seren bir kanun tasarısı. "Neyse ki” kabul edilmemiş ama bugünkü durumumuz bundan daha beter sanırım.
Yorum Gönder