Bilim esas itibariyle olgu ve olaylarla ilgilenir, değerler dünyasını dışarıda tutmaya çalışır. Buna rağmen değerlerden bağımsız bir bilimin hele hele Sosyal Bilimlerin imkanı tartışmalı bir konudur. Yine de bilimsel hükümlerde kişisellikten uzak durulmaya çalışılır. Bu tavır bilimsel faaliyetler esnasında anlamlıyken hayatın tamamına genelleştirildiğinde anlamsızlaşır. Nasıl değerlerden bağımsız bir bilim amaç ediniliyorsa, değerler alanında yani genel olarak bir hayat görüşü ifade etmesi bağlamında da bilimsellikten söz edilemez. Çünkü hayat görüşünü oluşturan değerler her çeşit insani faaliyet sonucu oluşabilir.
Bilim esas olarak tümevarımı kullanır, genellemeler ulaşmaya çalışır. Bu nedenle bir kere meydana gelen bir olayın bilimsel olarak incelenmeyebilir. Bu bağlamda mucizelerin bilimsel bir bakışla ele alınması anlamsız olur.
Din ve bilim ilişkisi genel olarak geleneksellikten kopuş olarak tarif edilen modern dönemde genellikle gerilim içermektedir. Önceleri bilimsel çalışmaların sonuçları dinsel bilgiyle çatışır göründüğünde tüm dinler eleştirilip, uyumluluk ortaya çıktığında Hristiyanlığa puan kaydedilirken zamanla bu tavır değişmiş ve dinler arasındaki ayrımlar vurgulanır hale gelinmiştir.
Bu ayrım sağlıklı bir şekilde yapıldığında Hıristiyan kültürün hakim olduğu bölgelerdeki tartışmaların tüm dünyanın dinle ilişkisi açısından sorunlarını açıklamaya yetmediği sonucu perçinlenmiş olur. İslamın bilimle ilişkisi başka kavramlar etrafında yürürken, Budizmin bilimle ilişkisi başka kavramlarla açıklanır. Bu nedenle İslam dünyasından Engizisyon Mahkemelerinin hesabını vermesi beklenemez. Bunun gibi keskin bir örneği hemen herkes kabul edilebilir bulmasına rağmen, bilim dünyasından bazı bilim adamlarınca din alanına toptancı bir bakış açısıyla yersiz eleştiriler getirilebilmektedir.
Kendi ilmi faaliyetlerinden kuvvet alan bir bilim adamı Allah’ın varlığı hakkında önemli “ipuçları” (Kur’an’ın deyimiyle “ayat”) bulabilir. Ama yine de o, Allah’ın varlığının bir “bilim problemi” olmadığının elbetteki farkındadır. Böyle olduğu içindir ki, farklı bilim teorilerine sahip insanlar, aynı uluhiyet anlayışına inanabilirler. Nitekim klasik Newton fiziğine bağlı olduğu halde Allah’a inanan insanlar bulunduğu gibi –bizzat Newton’un kendisi dindar bir insandı- rölativite fiziğini veya kuantum fiziğini benimseyip tanıya inananlarda bulunmaktadır. Eğer iman, şu veya bu teorinin teorik neticesi olsaydı, söz konusu inanç birliğinin olmaması gerekirdi. Fakat yine de her teorinin dindeki bazı konuların ele alınmasında farklı durumlar ortaya çıkarabileceğine işaret etmek gerekir.
Bilim adamlarının inanca yaklaşımları açısından konuyu ele aldığımızda ise fizikçilerin inançlılık açısından ilk sırayı aldığını ve biyologların ikinci sosyologların üçüncü ve psikologların dördüncü sırayı aldığını görüyoruz. Bunun nedeni sosyal bilimler ve biyoloji gibi bilim dallarında hem gözleyenin hem de gözlenenin insan olduğu durumda genel geçer bir kurallar bütününü görmek, fizik gibi gözlenenin öznellikten yoksun bir düzene sahip olduğu bilim dallarına göre daha zordur. Üstelik fizik gibi bilimler evrene daha genel bir bakış imkanına sahiptir. Bilim adamı evrene baktığı zaman orda bir düzen, bir tertip görüyor. Alemin bu yapısı ve anlaşılırlığı (makuliyeti) bilim için esastır. Ancak düzenli olan, tekrar eden ve anlaşılabilir şeylerin ilmi bilgisine sahip olabiliriz. İşte bilim adamı, üzerinde ayrıntılı olarak durduğu parçadan gözlerini ayırıp kainatın bütünlüğü üzerine düşünmeye başlayınca, yani bir çeşit metafizik yapmaya başlayınca, iman konusu da fikri bir problem olarak karşısına çıkıyor.
İngiltere’de Eddington ve J.H. Jeans fizik ve astronomiye dayalı idealist bir felsefe geliştirmeye çalıştılar ki, böyle bir metafizik Allah’a iman için son derece müsait bir yapıya sahipti. Özellikle astronomi alanında önemli keşifleri olan Eddington, realiteyi esas itibariyle zihni nitelikte görmekte, rölativite ve kuantum fiziğinin katı pozitivist ve materyalist türden felsefeleri devre dışı bıraktığına inanmaktaydı. Ona göre eter veya temel parçacıklar ile ilgili mekanist teoriler, tabiat olaylarını açıklayacak güçte değillerdir.
Bu görüşler çerçevesinde yeniden ele alınan evren anlayışı, günümüzde pratik hayatta da yansımalarını bulmaya başlamıştır. Öznellikten ve inançtan bağımsız bir bilimin mümkün olmayışı, inancın nufuz etmesinin en zor olduğunun sanıldığı bilimin içinden bu tür açıklamaların gelmesi, inancı tekrar hayatın merkezine yerleştirmiştir. Bu çerçeveden bakınca inancın muhteşem bir şekilde geri döndüğünü kabul edebiliriz.
Uzakdoğu dinlerinin varlığın kendisine ve potansiyeline inanma, kendine inanmak olarak batı zihninde yankı bulsa da, inancın insan hayatında aslında hep var olduğunun kabuluyle açılan alan elbette dini inanca da kapı aralayacaktır.
Bu nedenlerle günümüzde bilim ve din arasında bir çatışmadan çok bilimin dini kavramlara olumlu yaklaşması ve mucize gibi kavramların kainatın düzenliliğine hayranlığını ifade etmek için Einstein gibi bilim adamları tarafından kullanılması bağlamında bir destekten bile bahsedilebilir.
Bilim esas olarak tümevarımı kullanır, genellemeler ulaşmaya çalışır. Bu nedenle bir kere meydana gelen bir olayın bilimsel olarak incelenmeyebilir. Bu bağlamda mucizelerin bilimsel bir bakışla ele alınması anlamsız olur.
Din ve bilim ilişkisi genel olarak geleneksellikten kopuş olarak tarif edilen modern dönemde genellikle gerilim içermektedir. Önceleri bilimsel çalışmaların sonuçları dinsel bilgiyle çatışır göründüğünde tüm dinler eleştirilip, uyumluluk ortaya çıktığında Hristiyanlığa puan kaydedilirken zamanla bu tavır değişmiş ve dinler arasındaki ayrımlar vurgulanır hale gelinmiştir.
Bu ayrım sağlıklı bir şekilde yapıldığında Hıristiyan kültürün hakim olduğu bölgelerdeki tartışmaların tüm dünyanın dinle ilişkisi açısından sorunlarını açıklamaya yetmediği sonucu perçinlenmiş olur. İslamın bilimle ilişkisi başka kavramlar etrafında yürürken, Budizmin bilimle ilişkisi başka kavramlarla açıklanır. Bu nedenle İslam dünyasından Engizisyon Mahkemelerinin hesabını vermesi beklenemez. Bunun gibi keskin bir örneği hemen herkes kabul edilebilir bulmasına rağmen, bilim dünyasından bazı bilim adamlarınca din alanına toptancı bir bakış açısıyla yersiz eleştiriler getirilebilmektedir.
Kendi ilmi faaliyetlerinden kuvvet alan bir bilim adamı Allah’ın varlığı hakkında önemli “ipuçları” (Kur’an’ın deyimiyle “ayat”) bulabilir. Ama yine de o, Allah’ın varlığının bir “bilim problemi” olmadığının elbetteki farkındadır. Böyle olduğu içindir ki, farklı bilim teorilerine sahip insanlar, aynı uluhiyet anlayışına inanabilirler. Nitekim klasik Newton fiziğine bağlı olduğu halde Allah’a inanan insanlar bulunduğu gibi –bizzat Newton’un kendisi dindar bir insandı- rölativite fiziğini veya kuantum fiziğini benimseyip tanıya inananlarda bulunmaktadır. Eğer iman, şu veya bu teorinin teorik neticesi olsaydı, söz konusu inanç birliğinin olmaması gerekirdi. Fakat yine de her teorinin dindeki bazı konuların ele alınmasında farklı durumlar ortaya çıkarabileceğine işaret etmek gerekir.
Bilim adamlarının inanca yaklaşımları açısından konuyu ele aldığımızda ise fizikçilerin inançlılık açısından ilk sırayı aldığını ve biyologların ikinci sosyologların üçüncü ve psikologların dördüncü sırayı aldığını görüyoruz. Bunun nedeni sosyal bilimler ve biyoloji gibi bilim dallarında hem gözleyenin hem de gözlenenin insan olduğu durumda genel geçer bir kurallar bütününü görmek, fizik gibi gözlenenin öznellikten yoksun bir düzene sahip olduğu bilim dallarına göre daha zordur. Üstelik fizik gibi bilimler evrene daha genel bir bakış imkanına sahiptir. Bilim adamı evrene baktığı zaman orda bir düzen, bir tertip görüyor. Alemin bu yapısı ve anlaşılırlığı (makuliyeti) bilim için esastır. Ancak düzenli olan, tekrar eden ve anlaşılabilir şeylerin ilmi bilgisine sahip olabiliriz. İşte bilim adamı, üzerinde ayrıntılı olarak durduğu parçadan gözlerini ayırıp kainatın bütünlüğü üzerine düşünmeye başlayınca, yani bir çeşit metafizik yapmaya başlayınca, iman konusu da fikri bir problem olarak karşısına çıkıyor.
İngiltere’de Eddington ve J.H. Jeans fizik ve astronomiye dayalı idealist bir felsefe geliştirmeye çalıştılar ki, böyle bir metafizik Allah’a iman için son derece müsait bir yapıya sahipti. Özellikle astronomi alanında önemli keşifleri olan Eddington, realiteyi esas itibariyle zihni nitelikte görmekte, rölativite ve kuantum fiziğinin katı pozitivist ve materyalist türden felsefeleri devre dışı bıraktığına inanmaktaydı. Ona göre eter veya temel parçacıklar ile ilgili mekanist teoriler, tabiat olaylarını açıklayacak güçte değillerdir.
Bu görüşler çerçevesinde yeniden ele alınan evren anlayışı, günümüzde pratik hayatta da yansımalarını bulmaya başlamıştır. Öznellikten ve inançtan bağımsız bir bilimin mümkün olmayışı, inancın nufuz etmesinin en zor olduğunun sanıldığı bilimin içinden bu tür açıklamaların gelmesi, inancı tekrar hayatın merkezine yerleştirmiştir. Bu çerçeveden bakınca inancın muhteşem bir şekilde geri döndüğünü kabul edebiliriz.
Uzakdoğu dinlerinin varlığın kendisine ve potansiyeline inanma, kendine inanmak olarak batı zihninde yankı bulsa da, inancın insan hayatında aslında hep var olduğunun kabuluyle açılan alan elbette dini inanca da kapı aralayacaktır.
Bu nedenlerle günümüzde bilim ve din arasında bir çatışmadan çok bilimin dini kavramlara olumlu yaklaşması ve mucize gibi kavramların kainatın düzenliliğine hayranlığını ifade etmek için Einstein gibi bilim adamları tarafından kullanılması bağlamında bir destekten bile bahsedilebilir.
Yorum Gönder