Belki hala erkendir böyle söylemek için ama “bu yaşa erdirdin beni, gençtim almadın canımı”.
“ölmedim genç olarak,” beni leylak büklümlerinin içerden ve dışardan sarmaladığı günler pek olmasa da yine de gençtim ve ölmedim.
“Bir zamandı” Çok “heves ettim gölgemi enginde yatan o berrak sayfada gezindirsem diye,”
“ölmedim bir gençlik ölümü saklı kaldı bende, vakti vardıysa aşkın, onu beklemeliydi"m.
"Genç olmak” yetiyordu “fayrap sevişmek için”.
Bu yüzden “halbuki aşk” değildi hayatın mazereti. “Demedim dilimin ucuna gelen her ne ise, vay ki gençtim ölümle paslanmış buldum sesimi”
“Hata yapmak fırsatını Adem'e veren sendin, bilmedim onun talihinden ne kadar düştü bana”
“gençtim ve ben neden hata payı” çok “diyordum hayatımda”
“sakin bedenim” kendine “binlerce fışkını saplar idi”
haykırdıkça küskünlük katardım içime
“bir düşü düşlere” dalarak “kavrayarak”
“bulutu kapsayarak açmadan buluta içtekini
tanıdım Ademoğlu kimin nesiymiş
ter döküp soru sormak nereye sürüklermiş kişiyi.” Ah!
“Çeşme var kurnası murdar
yazgım
kendi avucumda seyretmek kırgın aksimi.”
“Gençtim ya,ne farkeder deyip geçerdim
nehrin uğultusu da olur,dalların hışırtısı da
gözyaşı,çiğ tanesi,gizli dert veya verem
ne fark eder demişim
bilmeden farkı istemişim.
Vay beni leylak kokusundan çoban çevgenine
arastadan ırmaklara çarkettiren dargınlık!
Yola madem
çöllerdeki satrabı yalvartmak için çıkmıştım
hava bozar,yüzüm eğik giderdim yine
yaza doğru en kuduzuyla sürüngenlerin sabahlar
yola devam ederdim.
Gençtim işte şehrin o yatık raksından incinen yine bendim
gelip bana çatardı o ruh tutuşturucu yalgın
onunla ben
hep sevişecek gibi baktık birbirimize.
bir kez öpüşebilseydik dünyayı solduracaktık.
Oysa bu sürgün yeri,bu pıtraklı diyar
ne kadar korkulu yankı bulagelmiş gizlerimizde
hani yok burda yanlışı yoklayacak hiç aralık
bütün vadilere indik bir kez öpüşmek için
kalmadı hiç bir tepe çıkılmadık
eriyeydik nesteren köklerine sindiğimizce
alıcı kuş pençesiyle uçarak arınaydık
ah,bir olaydı diyorduk vakar da yoksanaydı
doğruydu böyle kan telef olmasın diye çabalamamız
ama kendi çeperlerimizi böyle kana buladık
gönendi dünya bundan istifade
dünya bayındırladı:
Bir yakış,bir yanış tasarımı beride
öte yakada bir benî adem
her gün küsülü kaldık.
Bunca yıl bu gücenik macera beni tutuklu kılan
artık bu yaşa erdirdin beni,anladım
gençken almadın canımı,bilmedim
demek gökten ağsa bile tohum yürekten düşecekmiş
çünkü hataya bağışık büyük hatadan beri nezaret yer
çiğ tanesi sanmak ne cüret,gözyaşıymış
insanın insana raptolduğu cevher.
Şimdi tekrar ne yapsam dedirtme bana yarabbi
taşınacak suyu göster,kırılacak odunu
kaldı bu silinmez yaşamak suçu üzerimde
bileyim hangi suyun sakasıyım ya rabbelalemin
tütmesi gereken ocak nerde?”
“ölmedim genç olarak,” beni leylak büklümlerinin içerden ve dışardan sarmaladığı günler pek olmasa da yine de gençtim ve ölmedim.
“Bir zamandı” Çok “heves ettim gölgemi enginde yatan o berrak sayfada gezindirsem diye,”
“ölmedim bir gençlik ölümü saklı kaldı bende, vakti vardıysa aşkın, onu beklemeliydi"m.
"Genç olmak” yetiyordu “fayrap sevişmek için”.
Bu yüzden “halbuki aşk” değildi hayatın mazereti. “Demedim dilimin ucuna gelen her ne ise, vay ki gençtim ölümle paslanmış buldum sesimi”
“Hata yapmak fırsatını Adem'e veren sendin, bilmedim onun talihinden ne kadar düştü bana”
“gençtim ve ben neden hata payı” çok “diyordum hayatımda”
“sakin bedenim” kendine “binlerce fışkını saplar idi”
haykırdıkça küskünlük katardım içime
“bir düşü düşlere” dalarak “kavrayarak”
“bulutu kapsayarak açmadan buluta içtekini
tanıdım Ademoğlu kimin nesiymiş
ter döküp soru sormak nereye sürüklermiş kişiyi.” Ah!
“Çeşme var kurnası murdar
yazgım
kendi avucumda seyretmek kırgın aksimi.”
“Gençtim ya,ne farkeder deyip geçerdim
nehrin uğultusu da olur,dalların hışırtısı da
gözyaşı,çiğ tanesi,gizli dert veya verem
ne fark eder demişim
bilmeden farkı istemişim.
Vay beni leylak kokusundan çoban çevgenine
arastadan ırmaklara çarkettiren dargınlık!
Yola madem
çöllerdeki satrabı yalvartmak için çıkmıştım
hava bozar,yüzüm eğik giderdim yine
yaza doğru en kuduzuyla sürüngenlerin sabahlar
yola devam ederdim.
Gençtim işte şehrin o yatık raksından incinen yine bendim
gelip bana çatardı o ruh tutuşturucu yalgın
onunla ben
hep sevişecek gibi baktık birbirimize.
bir kez öpüşebilseydik dünyayı solduracaktık.
Oysa bu sürgün yeri,bu pıtraklı diyar
ne kadar korkulu yankı bulagelmiş gizlerimizde
hani yok burda yanlışı yoklayacak hiç aralık
bütün vadilere indik bir kez öpüşmek için
kalmadı hiç bir tepe çıkılmadık
eriyeydik nesteren köklerine sindiğimizce
alıcı kuş pençesiyle uçarak arınaydık
ah,bir olaydı diyorduk vakar da yoksanaydı
doğruydu böyle kan telef olmasın diye çabalamamız
ama kendi çeperlerimizi böyle kana buladık
gönendi dünya bundan istifade
dünya bayındırladı:
Bir yakış,bir yanış tasarımı beride
öte yakada bir benî adem
her gün küsülü kaldık.
Bunca yıl bu gücenik macera beni tutuklu kılan
artık bu yaşa erdirdin beni,anladım
gençken almadın canımı,bilmedim
demek gökten ağsa bile tohum yürekten düşecekmiş
çünkü hataya bağışık büyük hatadan beri nezaret yer
çiğ tanesi sanmak ne cüret,gözyaşıymış
insanın insana raptolduğu cevher.
Şimdi tekrar ne yapsam dedirtme bana yarabbi
taşınacak suyu göster,kırılacak odunu
kaldı bu silinmez yaşamak suçu üzerimde
bileyim hangi suyun sakasıyım ya rabbelalemin
tütmesi gereken ocak nerde?”
Yorum Gönder