Mantık ilminin kuralları zaten zihnimizde vardır ve hatta o kuralları bildiğimizin farkında bile olmadan daima kullanırız. Mantığın ünlü ve temel kurallarından biride üçüncü halin olmazlığıdır. Bu kural, bir önermenin ya doğru ya da yanlış değerini alabileceğini, başka bir halin olamayacağını ifade eder. Tıpkı diğerleri gibi bu kuralda bize çok doğal ve hatta özellikle belirtmeye gerek duyulmayacak kadar doğru gelir. Örneğin şu an elinizde tuttuğunuz şey kağıttır dersem ya doğru ya da yanlış diyebilirsiniz, üçüncü bir ihtimal yok. Ancak bu kural doğru veya yanlış diye değerlendirdiğimiz bilginin gerçekliği ile o anda karşı karşıyaysak anlamlıdır. Benim yaptığım gibi bir sonraki günün gazetesi olarak size ulaşacak bir kağıdı, sanki okuduğunuz gün yazmışım gibi ‘şu an elinizde tuttuğunuz şey kağıttır’ diye değerlendirirseniz sadece iki ihtimalden bahsedilmez; çünkü kağıt olabilirde olmayabilirde. 'Bu yazıyı okuyorsam gazete elimdedir, öyle ise elimdeki şey kağıttır’ diyecek olursanız, bu yazıyı mesela basın panosundan okuyor olabilirdiniz derim ve ortada hala kesin bir evet ya da hayır cevabı olmaz. Demek ki üçüncü halin olmazlığı geleceğe ilişkin bir yargıda bulunduğumuzda yerini ihtimale bırakıyor.
Tüm bu açıklamalar bize bugüne değin öğretilegelen kesinliğin imkansızlığını göstermek içindi. Verdiğim örnek açıklayıcı olsun ve rahat anlaşılsın diye bir miktar su kaldırır haldedir ancak çok daha net ve hayatımızı doğrudan ilgilendiren bir konudan, örneğin Müslüman olup olmadığımızdan örnek veriyor olsaydım kesinliklerle konuşmanın ne kadar zor olduğunu sanırım daha iyi ama daha tartışmalı ve tehlikeli bir şekilde anlatmış olurdum. Ya da mesela kim Türk kim değil diye kesin bir ırk sınıflandırması yapıyor olsaydım acaba yetmiş milyondan geriye bir milyon kalır mıydı ve herkes bu bir milyona itiş kakış doluşmaz mıydı diye düşününce kağıt/kağıt hamuru ikilisini kullanmak bana daha uygun gelmekte. Biz olmuş bitmiş şeyler hakkında doğru-yanlış diye yargılara varmaya devam edelim ancak modern bilimin yapmaya çalıştığı gibi, örneğin güneşin yarın tekrar doğudan doğacağı türünden kehanetlerimizi veya bu insan iyidir/kötüdür, doğru davranmıştır/yanlış davranmıştır türünden ahlaki değerlendirmelerimizi çok keskin tutup önümüze geleni reel ve ahlaki olarak doğrayıp geçmeyelim. Öncelikle farkında olmalıyız ki doğrularımız, iyilerimiz, güzellerimiz ve gerçeklerimiz hep bize göredir. Nasıl ki zevkleri ve renkleri tartışmıyoruz, doğru, iyi ve gerçek olanları da tartışmayalım. Bu tartışmama ifadesi, karşımızdakinin tercihlerini olduğu gibi kabullenme anlamına gelmiyor. Herkes yine kendi fikrini, zevkini savunması gerektiği anda savunmalıdır ancak kimseyi kendi doğrularımıza göre ezmemeli, yok etmeye çalışmamalıyız.
Baktığımız yere göre değişen doğrular bize kaos fikri aşılar görünmektedir. Yani nerde çok doğru varsa orada karmaşa vardır. Aslında doru yine tektir. Ancak bu doğru o kadar kapsamlı ve akıl üstüdür ki, herkes o doğrunun bir parçasına sahip olabilir ve ancak bir arada yaşarken, herkes kendi sahip olduğu parçayı diğerleri ile paylaşırken, yanlışı nedeniyle kimseyi yok etmez ve doğal olarak da doğrunun başka bir parçasını ortadan kaldırmazsa ortak akılla en büyük doğruya en büyük oranda ulaşmak mümkün olur.
Bugüne kadar benim doğrum en doğru diye inatlaşarak, insanları kendi doğrusunu kabul edenler ve etmeyenler diye ayırarak ve onları birbirlerine kırdırarak insanları iyi yönettiğini sananlar çok oldu. Onların kurduğu sistemler kendi milletinin ve hatta dünyanın başına belalar açtılar. (Bush, Hitler, Mussolini ve onlarla aynı dönemde iktidar olan diğer faşist diktatörler gibi…) Bu egoistlerin egolarını tatmin için ölen milyonlarca insanın torunları olarak artık yeni diktatörler üretmeden birlikte yaşama kültürümüzü geliştirmeliyiz.
Yorum Gönder