İtalya gladyosuyla başedebilmek için savcılarını “süper"leştirince ve süper savcılar, toplum vicdanını gerçekten rahatlatan büyük işlere imza atınca, Türkiye'de de siyaset, hukuk ve medya dünyası bu savcılardan sitayişle bahseder olmuştu. "İtalya, derin devletini çökertmişti.” Uzunca bir süre İtalya modeli gündemde kalmış, Türkiye uyarlamasının nasıl yapılacağına dair çözümler üretilmişti.
Derin devleti çözmek söz konusu olunca, İtalya ile Türkiye'yi karşılaştırmak, tıpkı ceza yasasını iktibas etmek gibi uygunsuz olur. Çünkü bizde İtalya'nın Ortaçağı, Kilisesi, kapitalizmi, sömürgeciliği v.s olmadığı gibi en önemlisi de bu tarihsel sürecin doğurduğu halihazırdaki sivil toplum, sosyal demokrat-liberal çizgi, toplumun örgütlü daha çok özgürlük isteği de yoktur.
Bu toplumun kendi tarihinden yola çıkarak birçok sorunu çözmek mümkün tabii. Bu yazının asıl konusu yürürlükteki hukukun yetersizliğini ve toplumsal duyarsızlığımızı vurgulamak; yakın zamandaki bir örnekten yola çıkarak…
Yetkisi bakımından olmasa da cesareti bakımından “süper” diye nitelendirilebilecek bir savcısı vardı bu ülkenin. Hiç hoşuma gitmese de savcıyı malum iddianamesinden dolayı cesaretiyle övmek -çünkü normal şartlar altında sonuçta bir kamu görevlisi olan bir kuvvet komutanını iddianamede anmak özel bir cesaret gerektirmemeli- yinede doğru ifade cesarettir tabiî ki. Bu arada neden vardı dediğimi bilirsiniz; Savcı Sarıkaya, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun kararıyla görevden alındı. Sebebi hakkında, hatırlatma amacıyla küçük bir açıklama yapmak gerekirse, benim hakkımda olsa savcıyı belki de işini iyi yapıyor diye taltif ettirecek bir küçük dokunma, bir kuvvet komutanı söz konusu olduğu için görevden atılmaya mal oluyor.
Yazının başında andığım İtalya modeli çerçevesinde Sarıkaya örneğini ele alırsak, sistemin bir “süper savcı” ya nasıl tahammülsüz olduğunu görebiliriz. Kaldı ki bu savcının “süper”liği de kendinden mülhemdir. Yürürlükteki hukukun, savcının cesaretini kıracak çok garip yönleri olduğu da malumunuzdur sanırım. Bu millet garip millettir. İmkânların kısıtlı olduğu durumları nasıl cesaretle, sabırla zorladığını dünya âlem bilir. Savcıyı tanımam, iddianamesi öncesinde kim olduğunu bile bilmezdim. Dolayısıyla onu kişilik bakımından tüm değerlemelerden bağımsız olarak, sadece hukuk, eşitlik ve işini iyi yapma noktasında ele alarak diyorum ki, kısıtlı yetki ama büyük cesaretle işini iyi yapmaya çalışan bu savcıya sahip çıkamadığımızdan dolayı, hem ülkem için hem de savcı için üzgünüm.
Savcı Sarıkaya, bu ülkenin kendi gladyosu ile baş edebilmesi için büyük bir ilk adımdı. Milletine rağmen iş yapmaya kalkışan haddini bilmez jakobenleri, hukuk çerçevesinde sistemin dışına itmek için tam da ihtiyacımız olan kişiydi. Bu sözlerimle savcıyı yeni bir tabu gibi sunmaya çalışmıyorum, aksine dikkat edilirse vurgu kişiye değil hukukadır, sistemedir. Savcı, gerçek hukuk devletinin bir hizmetçisidir. Ne acıdır ki adalet için çalışırken, adalete ihtiyaç duyan bir kamu görevlisidir.
Gerçi savcının arkasında gerçek bir siyasi irade olsaydı –her ne kadar da, savcının görevinden alınması, hukukun ve hukuk sisteminin kendi içinde olup bitmiş görüntüsü verildiğinden dolayı, siyasi irade bildirimi “hukuka müdahale var” çığırtkanlığını doğurursa da- savcı o kadar da kolay harcanmazdı. Tabii iktidar, muktedir olamadığının farkında ama madem siyasetle iştigal ediyorlar, tribünlere oynayarak yani vuruşa vuruşa sine-i millete çekilerek meseleyi halkın sahiplenmesini en son çözüm olarak düşünüp biraz daha cesur davranabilirler diye düşünüyorum. Aksi halde bu muktedir olamama hali, bu iktidarın orada oluşunu bir tutunacak dal gibi algılayıp bu ülke için legal çerçevede iyi bir şeyler yapmaya çalışan insanları kandırmaktan başka bir şeye yaramaz.
Fetihname, Fatih Özdemir, Hakikat Gazetesi, 26 Mayıs 2006
Yorum Gönder